Ahmet Güven: DUYAN VAR MI?

Ahmet Güven: DUYAN VAR MI?

Ahmet Güven: DUYAN VAR MI? 1

Tehcir nasıl anlatılır? ‘’Gidip de gelmemek var, gelip de görmemek var’’ deyip vedalaşacağınız kimseniz kalmamıştır. Kalanlar anayurtlarından koparılıp bir daha geri dönmemek üzere bugünkü Suriye ve Mezopotamya’daki toplama kamplarına gönderilir. Anlatmak zor, çeken bilir.

1915 baharında başlayan tehcir Yaz boyu bütün şiddetiyle devam eder. Toplanan insanlar büyük kafileler şeklinde kimi yayan, kimi kağnılarla yola çıkarılır.

İçlerinde parçalanmamış bir tek aile bulunmaz. Öksüz kalan çocuklar, dul kalan genç kadınlar, evlatlarını kaybeden anne ve babalar perişan haldedirler.

Öyle ki, çocuklar anne ve baba sevgisine muhtaçken öksüz kalmışlardı. Kim sevecekti onları? Kafileyi götüren jandarmalar mı? Kim tutacaktı ihtiyarların elinden? Ya kim saracaktı genç kadınların yarasını? Çeteler mi?

Ne siz sorun, ne genç kadın söylesin. Yamandı Ermenilerin hali.

 

…Yerimden yurdumdan edildim
Ekmeğimden suyumdan
Firari bir yolcuyum ben
Yüreğime gül düşmüş
Güvercin kanatlım
Hangi dağa vursam seni
Mendili ıslak

 

O yıl kafilelerden biri Tokat-Turhal’dan geçerken genç bir kadın elinde iki çocukla beraber kağnıdan atlayıp bir evin alt katına girip saklanmıştı. Kimseler görmemişti.

Ev Yeşil ırmağın kenarında üç katlı bir evdi. Alt katında kendir-kenevir dizilmişti.

O zamanlar Turhal’da kendir-kenevir ekilir. Onlar biçildiğinde kuruması için cığ şeklinde yani çadır şeklinde dizilir. Kadıncağız çocuklarıyla beraber onların arasına girmişti.

Ama oradan nasıl çıkacaklardı, nereye gideceklerdi, yakalanırlarsa ne olacaktı, bilinmez.

Bir taraftan korku, açlık ve yorgunluk diğer taraftan havanın kararmasıyla birlikte içeri dolan karanlıkla iyilik ve kötülük bir kere daha karşı karşıya gelmişti.

Çok eski zamanlardan beri bu coğrafyada iyilik ve kötülük sürekli savaş halinde olmuştur. Rivayet odur ki, iyilik kazandığında memlekette bolluk, bereket, mutluluk ve barış olurdu. Kötülük kazandığında açlık, yoksulluk, savaş, acı ve göz yaşı olurdu.

Kötülük öndeydi. Birinci Cihan Harbine giren Osmanlı hükümeti toplumu Turancılıkla zehirleyip harbe ‘’Harbı Mukkades’’ deyip kutsiyet atfeder.

Memleket açlık ve kıtlık içindedir. İnsanların açlıktan atların ve eşeklerin dışkıları içinden çıkan buğday ve arpa tanelerini temizleyip yediği olur.

Savaş insanlık için yıkım demekti. Rusların karşısında tutunamayan Osmanlı hükümeti, savaşı fırsat bilip içerde Ermenilere, Asuri ve Süryanilere yönelmişti. Memlekette ne bereket kalmıştı ne de huzur.

Nerdesin iyilik?

Gece bazı sesler duyan ev sahibi bir çıra yakıp alt kata iner, hışırtının geldiği tarafa yöneldiğinde genç bir kadını iki çocukla beraber görür.

Adam kadının kaçtığını anlar.

Bir kuş daraldığında bir çalıya düşer. Bu toprağın insanı bunu bilirdi.

Adam onları oradan alır, yukarı çıkarır, karınlarını doyurur, hikayelerini dinler.

Kadıncağız oraya can havliyle düşmüştü. Ölüm ve zulüm kol geziyordu. Kendisi değil ama çocukları kurtulsun istiyordu.

Adamcağız çocuklar kalsın demez ama hayır demeye de gönlü razı gelmez.

Bundan dolayı genç kadın ’’yavrularımı size emanet ediyorum’’ der ve çocuklarını bırakıp karanlıkta kafileye katılıp gider.

 

Güzün Turnalar uçardı bizim köyün üzerinden
Hava biraz ağlamaklı olurdu
İnce mavi bir duman kaplardı,
Yeryüzüyle gökyüzünün arasını
Ve bütün gizemi orada saklı olurdu

Benim sevgili anam
Beşiğime memleket toprağı elemiş
Ve ondandır benim cümle bedenim,
Büyük göçlerin ayak izlerini tasır

Mührünü topla da gel tarih
Gidenler aşkına

Güzün Turnalar uçardı bizim köyün üzerinden
Ben anamı özledim
Sesi hala kulağımda

 

Ev sahibi yaşlı bir adamdı. Dört oğlu ve Fadik adında bir kızı vardı. Birinci Cihan harbinde dört oğlu da askere alınmıştı.

Bir keresinde bir oğlu firar edip eve gelmişti. Tifüs olmuş gencecik adam tanınmaz haldedir. Baba bir taraftan, Fadik bir taraftan tedavi etmek için uğraşırlar. Yaraları temizlenir, elbiseleri yıkanır balkona asılır.

Komşuları olan kaymakamın eşi ipte asker elbiselerini görünce ‘’Fadik kardeşlerinden bir haber varmı?’’ diye sorar.

Fadik ‘’ Vallah hiç bir haber yok’’ der.

Bunun üzerine kadın ‘’ kızım hiç bir haber yok da, o elbiselerin ipte ne işi var?’’ der ve gidip ihbar eder, jandarmalar gelir genci alıp götürürler.

İhtiyar oğullarını bir daha görmeden ölmüştü. Fadik bir evin bir kızı olarak evlenip çoluk-çocuğa karışmıştı. Bazen çocuklarına Ermeni kadından ve çocuklarından bahsettiği olmuştu. Ama yıllar geçmişti hiç bir haber yoktu.

Yıllar sonra devlet Turhal’da şeker fabrikası kurmak istediğinde Fadik babadan kalma bir tarlayı bağışlamıştı. Ama fabrikayı kuran Alman şirket bağışı kabul etmemiş, ederini ödemişti. Bunun üzerine Fadik Almanların dürüstlüğüne hayran kalmıştı.

Oradaki Almanların meyve ve sebze ihtiyaçlarını Fadik karşılar. Fabrika kurulduktan sonra Fadik’in kızı ve damadı işe başlar ve fabrika lojmanlarında otururlar.

Fadik öldükten sonra, Ermeni kadında unutulmuş olur.

Aradan onca yıl geçer.

Bir gün bir nine Fadik’in kızının evine gelir. Tanıdıktır, yan taraflarında oturan, fabrikada şeflik yapan ve çok samimi oldukları ailenin nineleridir.

Der ki; ,‘Siz buranın yerlisisiniz. ( Ermeni kadını tarif ederek) böyle bir hanım var. Sizleri soruyor, hem de lakabınızla. Bu neyin nesi?’’

Fadik’in kızı ‘’bizim böyle bir yakınımız yok, ama ben böyle bir hikaye annemden dinlemiştim. Acaba o mu?’’ der.

Nine bir adres verir. Fadik’in kızı biraz da merak eder. Bir süre sonra eşiniyle beraber İstanbul’da bulunan o adrese giderler.

Meğer o hanım, o iki çocuğunu bırak hanım müslüman olmuş, Hediye adını almış, namaz kılıyor ve abdestli.

Tabi ki evlat özlemiyle misafirlerine sarılır. ‘’N’olur benim evlatlarım ordaysa bulun’’ diye çok yalvarır.

Bu arada Fadik’in kızı yan taraflarında oturan komşularının Ermeni olduklarını şaşırarak öğrenmiş olur.

Turhal’a döndüklerinde araştırırlar. Anneleri bıraktıktan sonra iki kardeşten kız çocuk bir köye, erker çocuk ise bir başka köye evlatlık olarak verilmişti. Kız çocuk büyümüş, gelin olmuş ve doğum yaparken ölmüştü.

Ama Hediye’nin oğlu sağdı ve köydeydi. Araştırırlar, tanıdık çıkar. Adam Türk’ten daha Türk, müslümandan daha müslüman olmuştu.

Varıp adama, annesinden bahsederler, sağ olduğunu ve kendisini çok özlediğini söylerler.

Adam ’’ o konuyu hiç açmayın. Ben zaten çok iyi hatırlamıyorum. Ben müslüman ve Türküm. Çocuklarım da bunu duymasın. Onun için ben gitmem’’ der.

Herkesin bir hikayesi vardır. Hediye hanımın hikayesi de böyle.

Ne demişti hikaye anlatıcısı;

‘’ Gökden üç elma düştü. Biri anlatana, biri dinleyene, biri de anlayana’’

Hediye hanımın canı bir kere daha yanmıştı.

DUYAN VAR MI?

Ahmet Güven/Londra

atguven69@yahoo.co.uk

CATEGORIES
TAGS
Share This