Bizden asla iyi niyet beklemesinler

Bizden asla iyi niyet beklemesinler

30 yıldan bu yana adı konulmamış bir iç savaş devam ediyor ülkemizde. Taraflar, hırsız evsahibi misali, bir taraftan özgür yaşamak isteyen ev sahibi Kürt halkı, diğer yandan 1071 yılında Kürtlerin iyi niyetinden yararlanıp, Anadolu’yu ve Mezopotamya’yı işgal eden Türk halkıç

Ali ERDOĞAN

elbistanliali@fsmail.net

30 yıldan bu yana adı konulmamış bir iç savaş devam ediyor ülkemizde. Taraflar, hırsız evsahibi misali, bir taraftan özgür yaşamak isteyen ev sahibi Kürt halkı, diğer yandan 1071 yılında Kürtlerin iyi niyetinden yararlanıp, Anadolu’yu ve Mezopotamya’yı işgal eden Türk halkı.

Hiç kimse gücenmesin, bu tarihi bir tesbittir.

Buna rağmen, Kürt halkı bir çok bedel ödediği halde; sürekli barışı dayatıyor. Yönetim erkini elinde bulunduranlar ise, asimilasyon ve soykırımden bir adım ayrılmıyor. Ne zaman iç ve dış konjöktürde bir barış rüzgarı esmeye başlayacaksa, devlet onun önünü tıkamak için bir pravakasyon olayı yaratarak barış yolunu kesiyor. Son Silvan olayı da böyle bir tezgahtır.

Sorarım sizlere: Başbakanın – akrabalarının ve kuvvet komutanların çocukları Silvan’daki askerlerin içinde ve ya yakınlarında olsaydı, böyle bir olay olur muydu? Elbetteki olmazdı. Onların çocukları, ya bir kılıf uydurarak askerlik yapmıyorlar, ya da bir sahil kentin tabildotunda ense yapıyorlardı dediğinizi duyar gibiyim. Ölen fakirin – fukaranın çocukları kimin umurunda?

Bir başbakanın görevi: Ülkesinde yaşayan tüm insanların huzurunu sağlamakla görevlı iken, “bizden asla iyi niyet beklemesinler. Onlar da siyasi uzantıları (BDP villetvekillerini kast ediyor olsa gerek) da” sözleri üzerine ülkedeki birçok yerleşim yerlerinde LİNÇ girişimleri başladı.

Halkı kışkırtmada çok deneyimlidirler: Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da, Malatya’da. Kırıkhan’da yapılan telefon ve mahalli gazetelerle halkı kışkırtmıyorlar mıydı? “Şu kadar insan öldürüldü. Dini imanı olan yardıma gelsin” diye.

Zeytinburnu’nda buna benzer bir pravakasyon neticesinde, 300 kişilik bir grup, taş, sopa ve döner bıçaklarla BDP binasına saldırıyor. Cam ve çerçevelerini kırıyor. Polis sözde müdahale ediyor. Televizyonda konuşmalarını bende dinledim. Bir Emniyet Amiri, saldırganlara yalvarırcasına şöyle selenıyordu: “Sağolun, var olun arkadaşlar. Bizim işimizi zorlaştırmayın, biz yeteriz onlara” diye halkı dağıtmaya çalışıyordu. Lütfen aklı başında olan insanlar, bu polis amirin konuşmalarını analiz etsin. “Sağolun, var olun arkadaşlar” ne demek? İyi ki Kürtlerin parti binasını yerle bir ettiniz. Onların zaten bu ülkede yaşama hakları yoktur demek değil mi? Devamla “Biz yeteriz onlara”: Sizin bu taşkınlığınızdan diğer Türk kardeşleriniz rahatsız olabilirler. Sizler artık evinize gidin. Onlardan gelen olursa, biz onların hakkından geliriz demek değil mi?

Peki bu amir, bu sözleri söyleme cesaretini kimden aldı? “Kimse bizden iyi niyet beklemesinler. Onlar da siyasi uzantıları da” diyen başbakandan aldı.

Linç girişimleri ülkenin her yerinde yayılmış durumda. Bir iki örnekle yetinelim. Erzurum’un Aziziye ilçesinde 500 kişilik bir grup, TOKİ inşaatında çalışan Kürt işçilerine saldırmış. Grubun elinde taş, sopa, bıçak, kalas varmış. Vali, Kaymakam ve Jandarmanın yardımıyla(!) ilçeden çıkarılmış Kürt işçileri. Devlet bu denli aciz mi ? Sanmıyoruz. Devlet ekmeğini kazanmaya çalışan Kürt vatandaşını koruyamıyor. Bir zaman Genelkurmay Başkanı Kürtlerı kast ederek “bunlar sözde vatandaştır” demişti. Bu yüzden mi korunmuyor Kürtler? Devlet şunu demeye getiriyor: Burada çalıştıramayız. Gidin ama nereye giderseniz gidin. İşte bu nedenle yurt dışında yaşıyan Türkiyeli’lerin %90’nı Kürtler oluşturuyor. “Ya sev ya da terk et” faşist slogan da bu zihniyetin eseridir.

Aynur Doğan, 15 Temmuz 2011 tarihinde İstanbul Açık Hava Tiyatrosu’nda Kürtçe şarkı söylediği için linç edilmek istenmiş. Ahmet Kaya “Kürtçe Klip yapacağım ” dediği için linçe uğramadı mı?

Halen başbakan gazetecilere sitem ediyor, “bize yardım etmiyorsunuz” diye. Demek istiyor ki: bizim yaptığımız yanlışları görmezden gelin, yazmayın. Kürtlerin kini abartarak gündemden tutun.

Gazete ve televizyonların büyük yorumcuları başbakana yardımcı oluyorlar. Daha ötesine geçerek BDP’lı milletvekillerine, sözü nasıl söylemeleri gerektirdiğine dair psikolojik baskı da yapıyorlar. Bu zihniyete göre, Kürtler gerektiğinde akıl verilmesi ve gerektiğinde azarlanması gereken bir besleme topluluktur.

Amed’de 699 Sivil Toplum Örgütü ortak bir açıklama yapmış: “Hiç bir şey ırkçılık ve saldırganlığın gerekçesı olamaz ” demişler. Ve devamla: …bu olayların duygusal kırılma yarattığını, zihinsel bölünmüşlüğü derinleştirdiğini ve Kürt insanının linç edilmesine meşruyet kazandırma çabalarına hizmet ettiğine dikkat çekmişler. Bu görüşlere katılmamak elde mi?

Bu mudur “demokratik açılım?” Kürt meselesinin çözülme umutlarını ciddi bir biçimde sarsmıştır. Bu mudur barış dili? Gelecek kuşaklara kin, öfke ve nefret değil, barışı miras bırakma sorumluluğumuz yok mu?

TAGS
Share This