HRW: Türkiye hükümeti güvenlik güçlerini dizginlemeli

HRW: Türkiye hükümeti güvenlik güçlerini dizginlemeli

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) bugün yaptığı açıklamada, Türkiye’nin güneydoğusunda Temmuz 2015’ten bu yana devam eden güvenlik operasyonları ve çatışmalar sırasında kadın, çocuk ve yaşlılar dahil olmak üzere çok sayıda Kürt sivilin öldürüldüğünü açıkladı.

Silvan, Diyarbakır- Foto: HRW

Silvan, Diyarbakır- Foto: HRW

Yerel insan hakları grupları 100’ün  üzerinde sivilin öldürüldüğünü ve çok sayıda da yaralı olduğunu bildiriyor. Son günlerde bölgeye yapılan benzeri görülmemiş bir askeri sevkiyatın ardından bazı şehirlerde sokağa çıkma yasağı yürürlüğe kondu. Bu şehirlerin bazı mahalleleri ise ordunun top atışlarına ve silahlı Kürt gruplarıyla aralarındaki yoğun çatışmalarına sahne oldu. İnsan Hakları İzleme Örgütü sivil ölü sayısının önümüzdeki günlerde hızla arabileceğine ilişkin duyduğu endişeyi dile getirdi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Eylül ve Kasım aylarında uygulanan üç uzun süreli sokağa çıkma yasağı esnasında asker ve polis güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyonları mercek altına aldı ve bu süreçte öldürülen 15 sivilin vakalarını, akrabaları ve tanıklarla yaptığı detaylı görüşmelerle belgeledi. Ayrıca, mermi ve şarapnelle yaralanan 8 sivilin beyanlarını ve gözaltında ciddi kötü muamele görmüş üç vakayla ilgili ifadeleri de kayıt altına aldı. Anlatılanlara göre devletin uyguladığı sokağa çıkma yasakları esnasında yaralıların tedaviye erişimi engellendi,  mahallelerin tamamında halkın su ve elektriği kesildi ve yiyecek almaları mümkün olmadı. Pek çok insan çatışmalardan kaçmak için evlerini terk etti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü kıdemli Türkiye araştırmacısı Emma Sinclair-Webb “Türkiye hükümeti güvenlik güçlerini dizginlemeli. Gücün orantısız ve kötüye kullanılmasını derhal sona erdirmeli ve operasyonlar sırasında gerçekleşen ölüm ve yaralanmaları soruşturmalıdır” dedi. Sinclair-Webb, “Bölgedeki Kürt nüfusa yapılanların göz ardı veya örtbas edilmesi, yalnızca güneydoğudaki yaygın bir kanının doğrulanmasına yarayacaktır: Mesele Kürt silahlı gruplara yönelik polis ve askeri operasyonlara geldiğinde, hiçbir sınır – kanun yok” diye devam etti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün görüştüğü tanıklar, güvenlik güçlerinin sokakta gördükleri veya evinden çıkan herkesin üzerine, silahlı olup olmadığına ve kişinin herhangi bir tehdit oluşturup oluşturmadığı ya da ölümcül güç kullanımı gerekip gerekmediğine bakmaksızın  defalarca ateş açtıklarını anlattılar.

Hükümet güçleriyle silahlı muhalif savaşçılar arasındaki çatışmalar, Türkiye hükümetiyle hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan arasındaki barış sürecinin sona ermesinden bu yana sürüyor.  Güneydoğu’daki bütün şehir ve kasabalarda PKK ile bağlantılı silahlı Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi’ne (YDG-H) karşı yoğun güvenlik operasyonları yürütülüyor. Gençlik hareketinin destekçileri ise mahallelere girişi engellemek için hendekler kazıp barikatlar kuruyorlar.

Nur Mahallesi, Cizre- Foto HRW

Nur Mahallesi, Cizre- Foto HRW

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün belgelediği, Şırnak ilinin Cizre ilçesinde Eylül ayındaki sokağa çıkma yasağı sırasındaki sekiz ölüm ve Kasım ayındaki yasaklar sırasında Silvan’daki dört ve Nusaybin’deki üç ölüm, bu dönemde meydana gelen sivil ölüm ve yaralanmalara ilişkin yalnızca ufak bir örnek teşkil ediyor. Yerel gruplarca toplanan kanıtlar ölü ve yaralı sayılarının çok daha yüksek olduğunu gösterse de, tam sayının belirlenmesi, her vakada ölümlerin sorumlularının bulunması ve öldürülenler arasında çatışmalarda yer alanların olup olmadığının ortaya çıkarılabilmesi için kapsamlı bir soruşturma yürütülmesi gerekiyor. Ulusal ve uluslararası insan hakları hukukunun hükümete bu konuda verdiği net yükümlülüklere rağmen, yetkili makamlar İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün belgelediği 15 ölümle ilgili olarak yapılması gereken soruşturmaları tamamlamış değiller.

Tanıklar İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, yaralılar için ambulans çağırmaya çalışıldığında acil servisin kendilerine ambulansın gelmesinin mümkün olmadığının söylediğini ve yaralıları kendi arabalarıyla hastaneye götürmeye kalkıştıklarında da polisin kendilerini durdurduğunu anlattılar.

16 Ağustos’tan bu yana güneydoğu illerindeki yetkili makamlar, tüm il ve ilçelerde veya belli mahallelerde birçok kez uzun süreli sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. İki haftaya kadar sürebilen yasaklar sırasında yetkililer, insanların seyahat özgürlüğünü ağır biçimde kısıtladılar ve bölgeye gözlemcilerin veya medyanın girmesini de engellediler.

Sokağa çıkma yasakları sırasında Özel Harekat Polis timleri ve diğer güvenlik güçleri silahlı Kürt gençlik hareketine yönelik terörle mücadele operasyonları yürüttüler ve operasyonlar esnasında silahlı grubun kurduğu barikatlara karşı zırhlı araçlar ve bazen de tanklar kullandılar ve ağır top atışı yaptılar. Kürt silahlı grubun destekçileri ise mahallelere girişi engellemek için hendekler kazdılar, sık sık bu hendeklere patlayıcılar yerleştirdiler ve barikatlar kurdular.

Türkiye yaşam, bedensel bütünlük ve güvenlik haklarını koruma altına alan hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) hem Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne (UMSHS) taraf bir ülkedir. Bu anlaşmalardan doğan yükümlülüklerin parçası olarak, yaralanan herkese vakit geçirmeksizin tıbbi tedavi sağlanmalıdır. Türkiye makamlarının geçmişte de güneydoğudaki öldürmelerle, özellikle de kanun dışı öldürmelerden devlet görevlilerinin sorumlu olduğu iddia edilen vakalarla ilgili etkin soruşturma yürütmedikleri biliniyor. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’nin yaşam hakkını ihlal ettiğine dair bir dizi karar çıkarmıştır.

Türkiye makamlarının halkı silahlı grupların şiddetinden koruma sorumluluğu ve yaşam hakkına yönelik tehditlere karşı makul güç kullanma yetkisi olsa da, bu yetkiyi kullanırken sokağa çıkma yasağı uygulamak dahil her türlü polis operasyonunda, uygulamadan etkilenen bölgelerde yaşayanların haklarına saygı gösterilmesini, tedbirlerin karşı karşıya olunan tehditle orantılı olmasını ve insanların tıbbi tedavi dahil olmak üzere temel hizmetlere erişebilmesini sağlama yükümlülüğü de bulunuyor.

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks 18 Kasım tarihli açıklamasında şöyle dedi:

Türkiye devletinin terörle mücadele hakkı ve yükümlülüğünün olduğunu yinelemekle birlikte, bu mücadelede başvurulan yöntemlerin başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere, uluslararası standartlarda belirtilen insan haklarına saygılı olması gerektiğini vurgulamak gerekir. Tüm bir mahalle veya ilçede, ikinci bir emre kadar süren açık uçlu, aralıksız sokağa çıkma yasaklarının olması, büyük bir nüfusun en temel insan haklarının ciddi biçimde kısıtlanması anlamına gelmektedir. Bu yöntemin Ağustos ayından bu yana Türkiye’nin güneydoğusunda sıkça ve yaygın biçimde kullanılması, demokratik bir toplumda gözetilmesi gereken orantılılık ve gereklilik kriterlerinin karşılanmadığı izlenimi vermektedir.

Her vakada, güvenlik güçlerinin sivilleri hukuka aykırı biçimde mi öldürdüğünün; sivillerin çapraz ateş arasında bırakılıp bırakılmadığının; silahlı savaşçılar tarafından mı yoksa silahlı çatışmalar sırasında uçan şarapnel parçaları yüzünden mi öldüğünün belirlenmesi için bütünlüklü bir soruşturma yürütülmesi gerekiyor. Soruşturma sırasında mevcut tüm tanıkların beyanlarının alınması, olay yeri incelemesi, detaylı otopsi ve diğer adli incelemelerin yapılması ve zırhlı araçlarda bulunan kameraların çektiği montajlanmamış ham görüntülerinin ve polis birimleri veya siviller tarafından çekilmiş diğer her türlü video görüntüsünün derlenmesi gerekir.

İnsan Hakları İzleme Örgütü hükümetin güvenlik güçlerine, hiç kimsenin tıbbi yardıma erişmesini veya tıbbi personelin ve ambulansların yaralılara müdahale etmesini engellememeleri gerektiğini net biçimde ortaya koyması ve bunu yapanları sorumlu tutması gerektiğini söyledi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca, Kürdistan İşçi Partisi’yle bağlantılı silahlı Kürt grupların devlet yetkililerinin mahallelere girmesini engellemek için patlayıcı yerleştirilmiş hendekler kazmaktan ve barikat kurmaktan vazgeçmeleri gerektiğini de kaydetti. Bu uygulamanın halkı olumsuz etkileyerek insanların tıbbi bakıma erişim haklarını tehdit ettiğini ve diğer acil hizmetlerin ulaşmasını engellediğini söyledi.

Sinclair-Webb “Sokağa çıkma yasakları, polis operasyonları ve silahlı çatışmalar güneydoğunun birçok il ve ilçesindeki pek çok kişi için hayatı dayanılmaz kılıyor. Bu yaşananlar Kürt barış sürecinin çökmesinin yarattığı insani bedelin gerçek boyutlarını ortaya koyuyor” dedi.

Sivil Ölümleri

Mazlum Der ve İnsan Hakları Derneği gibi insan hakları grupları ile Diyarbakır Barosu son aylarda güneydoğuda çok sayıda kadın, erkek ve çocuğun öldürüldüğünü bildirdi. Ölen ve yaralananlar arasında küçük çocuklar, ergenlik çağındaki oğlan çocukları, yetişkin kadın ve erkekler bulunuyor. Öldürülen ergen ve genç erkeklerden bazıları silahlı ve polise  karşı yürütülen silahlı çatışmalara aktif olarak katılmış olabilir. Kimileri ise silahsız ve çatışma esnasında bölgede bulunduğu için hedef olmuş olabilir.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Cizre, Silvan ve Nusaybin’de, sokağa çıkma yasakları esnasında polis ve diğer güvenlik güçlerinin mahalleleri kuşattığı sırada vurularak öldürülen 15 kişinin akrabaları ve arkadaşlarıyla görüştü.

Bazı tanıklar sevdiklerini öldüren ateşin güvenlik güçleri tarafından açıldığını söyledi; ama kapsamlı bir soruşturma yapılmadığı sürece öldürmelerin nasıl meydana geldiğine ve cezai sorumluluğun kime ait olduğuna ilişkin kesin bir sonuca varmak imkansız.

Kesin rakamları tespit etmek zor olsa da, ölen polis memurlarının, PKK’nin gençlik kanadı üyesi olduğu iddia edilenlerin ve PKK mensuplarının sayısı da yüzleri aştı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün öldürülen sivillerden bazılarının akrabalarıyla yaptığı görüşmeler ve savcılarla kurduğu temaslar, sivil ölümlerle ilgili uluslararası hukukun gerektirdiği etkin soruşturmaların henüz gerçekleştirilmediğini gösteriyor. Türkiye makamlarının, yaptıkları resmi açıklamalarda öldürülenler arasında çok sayıda sivilin de olduğunu neredeyse hiç kabul etmemesi, ölümlerle ilgili vakit geçirmeden kapsamlı bir soruşturma yürütme niyetlerine dair kaygılandırıcı bir mesaj veriyor.

Cizre’den bir savcı, Eylül ayında İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, 4-12 Eylül tarihleri arasında uygulanan sokağa çıkma yasağı sırasında gerçekleşen ölümlerle ilgili soruşturmaların devam ettiği konusunda güvence verdi.

Öte yandan Cizre’nin bağlı olduğu Şırnak valisi 17 Eylül’de basına yaptığı açıklamada, uygulama esnasında çok sayıda patlayıcının tahrip edildiğini ifade ederek, “ayrıca 7 terörist ölü ele geçirilmiş, 17 bölücü terör örgütü mensubu gözaltına alınmıştır” dedi ve “Terör örgütünün kaybının 40-42 civarında olduğu değerlendirilmektedir” diye ekledi.

Diyarbakır Barosu ve başka grupların, 16 kişinin kurşun ve şarapnel yaraları yüzünden, ayrıca 5 kişinin de sokağa çıkma yasağı sırasında tıbbi tedaviye erişemediği için öldüklerini saptamasına rağmen Vali, sıradan sivillerin ölümleriyle ilgili herhangi bir açıklama yapmadı. İnsan Hakları İzleme Örgütü ise silahla yaralanma sonucu ölenlerden 8 kişiyi belgeledi.

Silvan’da sokağa çıkma yasağının kaldırılmasının ardından, Diyarbakır valisi 2 polis memuru ve bir jandarma ile “2 vatandaş” ve “10 bölücü terör örgütü elemanının” öldürüldüğünü açıkladı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, burada da dördü sivil olduğu anlaşılan beş ölümü belgeledi. Benzer şekilde, Nusaybin Kaymakamlığı’ndan yapılan resmi açıklamada “üç vatandaşın şarapnel parçalarından yaralanarak öldükleri”  belirtildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, kurşun yaralarından dolayı ölen üç sivili belgeledi ve benzer başka vakalar olduğuna dair de bilgi edindi. Ne Silvan ne Nusaybin kaymakamları İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün görüşme talebine cevap verdiler.

Cizre ve Silvan’dan Tanıklıklar

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Ekim ve Kasım’da 47 kişiyle, 4-12 Eylül tarihleri arasında Cizre’de, 3-14 Kasım arasında Silvan’da ve 13-26 Kasım arasında Nusaybin’de yürürlüğe sokulan sokağa çıkma yasakları hakkında detaylı görüşmeler yaptı. Görüşmelerin esas konusu, olası yaşam hakkı ihlalleri ve yaralıların tıbbi bakıma erişimindeki engeller olsa da, görüşülenlerin birçoğu hareket özgürlüğünün kısıtlanması, su ve gıdaya erişime müdahale edilmesi ve uzun süreli elektrik kesintilerinden de söz ettiler.

Cizre’deki sokağa çıkma yasağı, 4-12 Eylül

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Diyarbakır Barosu’nun ateşli silah yaralanması sonucu öldüğünü bildirdiği 16 kişiden sekizinin akrabaları ve komşularıyla görüştü. Baro, beş kişinin daha sokağa çıkma yasağı yüzünden tıbbi bakım alamadıkları için öldüklerini belirtti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca silahla yaralanmış bir bebeğin babasıyla, bacağı diz altından kesilmek zorunda kalan bir kişinin de dahil olduğu benzer şekilde yaralanmış dört yetişkinle, ateşli silah yaraları sonucu bacağı kesildikten sonra yoğun bakımda tedavi görmekte olan bir erkeğin akrabalarıyla ve şarapnel ve cam kırıkları yüzünden birer gözleri görme yetisini kaybetmiş iki kişiyle daha görüştü.

Cizre doğumlu bir öğretmen olan Bahaeddin Yağarcık (38) sokağa çıkma yasağının hayatlarına etkisini şöyle anlattı:

4 Eylül günü akşam saat 7.00’de sokağa çıkma yasağı konacağı ilan edildi ve yasak 8.00’de başladı. Akabinde polislerin konuşlandığı belediyeye ait kültür merkezi civarından Botaş Caddesi’ne doğru ateş açıldı. Botaş Caddesi’ne bakan evimiz makineli tüfekten atılan kurşun yağmuru altında kaldı. Sokağa çıkma yasağının üçüncü gününde evimizi terk ederek arka sokakta oturan erkek kardeşimin evine gittik. Orası sakindi.

Bahaeddin Yağarcık, “Ama sonra, top ateşi başladı” diye devam etti.

Karım, çocuklarım, annem ve diğer akrabalarla birlikte toplam 18 kişiydik ve hepimiz dördüncü günün akşamı saat 6.30’dan ertesi sabah saat 6.00’a kadar tek bir odada kaldık. Annemin kalp rahatsızlığı vardı ve karımın da korkudan ağzını bıçak açmıyordu. Herkesi sakinleştirmeye çalıştım. Yiyecek yoktu ve tuvalete gitmek için bile odadan çıkamıyorduk. Bütün gece o odada öylece oturduk. Camlar kırıldı, bina sallandı. Herkes travma geçiriyordu. Karım yaşadıklarını üstünden atamadı ve hâlâ korkudan titriyor.

Sabah 6.00’da üçüncü kez ev değiştirip, teyzemin oturduğu eve geçtik. Orada beş altı aile vardı; yaklaşık 50-60 kişinin olduğu evde oturmaya bile yer yoktu. Hemen yandaki ablamın eviyle ortak olan duvarda bir delik açmışlardı; o delikten ablamın evine geçtik. Oradaki iki odada kaldık. Hiç suyumuz kalmamıştı ve çoktandır kullanılmayan eski bir kuyuyu kullandık. Dipteki çamurlu suyu çıkarmak için ip uzattık. Su içilecek gibi olmadığından kumaş kullanarak süzmeye çalıştık.

Yedinci gün ablam su bulmak için çıktı; neredeyse vuruluyordu. Başkasına ait boş bir evin penceresinden içeri girip oradaki suyu içtik. O gün sular geldi ama hâlâ ara ara elektrik kesiliyordu ve sıcaklık 40 dereceydi. O sıcakta zor nefes alıyorduk. Dışarıya bakmaya çalıştığımda bana ateş ettiler. Akrabalarımız için çok korkuyorduk. Zırhlı araçlardan askeri marşlar çalınıyor ve hoparlörlerden “Nur Mahallesi, Apo’nun piçleri, Ermeni piçleri, sizi cehenneme göndereceğiz” diye anonslar yapılıyordu. Polis duvarlara “Ağlayacaksanız oynamayın” gibi sloganlar yazmıştı.

38 yaşında bir kamyon şoförü olan Ahmet Edin kendisi kuzey Irak’tayken, 8 Eylül saat gece 10.00 civarında 35 yaşındaki karısı Maşallah Edin’in ve gelini 17 yaşındaki Zeynep Taşkın’ın, yakındaki kendi evlerine gitmek üzere kardeşinin Cudi Mahallesi’ndeki evinden çıkarlarken, evin hemen dışında vurularak öldürüldüklerini söyledi. Vurulduğunda Zeynep Taşkın’ın kucağında 6 aylık bebeği Berxwedan da vardı. Bebek bu saldırıdan yaralı kurtuldu.

İki kadının vurulduğu sırada evde olan Ahmet Edin’in kuzeni Ferhan Dayan (27) kadınların bedenlerini ve bebeği alma çabalarının, keskin nişancı polislerin dışarıda gördükleri herkese sürekli ateş açması yüzünden engellendiğini söyledi. Dayan, saldırı esnasında kadınların yanında olan babası Ekrem Dayan’ın (56) da ayağından vurulduğunu, ancak  kapıdan içeri doğru düştüğü için onu içeri çekebildiklerini anlattı.

Bir süre sonra yine akrabaları olan 50 yaşındaki Ayşe Kolin’in de vurulan iki kadının yanına gitmeye çalışırken kalçasından isabet aldığını söyledi. Aile üyeleri Ekrem Dayan ve Ayşe Kolin’in ameliyat olduklarını ama hâlâ tedavi gördüklerini belirttiler.

Ateş açıldığı sırada orada olan İdris Elinç “Maşallah Edin ve Zeynep Taşkın’ın cenazelerini bir buçuk, iki saat sonra alabildik. Üçünün de öldüğünü zannettik. Berxwedan bebeği yaralı ama canlı olarak iki kadının bedenleri arasında bulduğumuzda çok şaşırdık” dedi.

Ateş açmalarla ilgili görüşülenlerin tamamı vurulan beş kişinin vuruldukları yerin Cudi Mahallesi’ndeki dik ve açık bir yamaçta olduğunu ve buranın Cizre’nin diğer mahallelerinden kolaylıkla görülebildiğini kaydederek ilçenin diğer bölgelerindeki yüksek binalara konuşlanmış keskin nişancıların burayı hedef aldığını düşündüklerini söylediler.

Emine Çağırga, Cizre- Foto: HRW

Emine Çağırga, Cizre- Foto: HRW

Ev kadını olan Emine Çağırga, 13 yaşındaki kızı Cemile’nin Cudi Mahallesi’ndeki evlerinin hemen dışında vurularak öldürüldüğünü söyledi ve avlu kapısındaki kurşun izlerini gösterdi. Burası Edin ailesinin evine oldukça yakın ve Cizre’nin diğer bölgelerinden uzak mesafeden bile kolayca görülebilecek, açık bir yamaçta. Emine Çağırga ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün görüştüğü diğer akrabalar, ilçenin diğer bölgelerindeki yüksek binalarda konuşlanan keskin nişancıların bölgeyi hedef almış olabileceğine dair inandırıcı bir iddiada bulundu.

[6 Eylül] Pazar akşamıydı, silah sesi duyduk ve Cemile’nin düştüğünü gördük. Ona “Kalk hadi, kalk” diye seslendim. Bana “anne, anne!” dedi ve öldü. Cenazesini evin içine aldık. Sabaha kadar ellerini tuttum; tüm vücuduna buz koyduk. Ertesi sabah cenazesini yıkadık; ben ellerine kına sürdüm, kefenledik ve derin dondurucunun içine yerleştirdik. İkinci günün sonunda, akşam Şırnak milletvekilleri geldi ve Cemile’nin cenazesini İdil Sokağı’ndaki camiye götürdüler. Otopsisi Şırnak’ta yapıldıktan sonra defnettik.

Fevzi Süne (59) karısı Meryem Süne’nin (53) Nur Mahallesi’ndeki evlerinin girişinde vurularak öldürüldüğünü söyledi:

8 Eylül’de ben içeride oturuyordum ve akşam 9.00’da karım Meryem abdest almak için dışarı çıktı. Avlunun dış kapısını kapatırken yere yığıldı. İçeri taşıdık. Önce saçmayla vurulduğunu sandık ama değildi. İsabet eden bir mermi yüzünden iç kanama geçiriyordu. Hayattaydı ama telefon edip ambulans istediğimizde gönderemeyeceklerini söylediler. Bizim nüfus kağıtlarımız TC, biz PKK değiliz, dedik. Hastaneye yetiştirebilseydik yaşayabileceğini düşünüyorum. Saat 12.00 gibi öldü. Cesedi bütün gece yanımızdaydı. Ertesi sabah cenazeyi bir soğuk hava deposuna koyduk ve öğleden sonra 4.00’e kadar orada kaldı. Ancak o saatten sonra hastane morguna götürebildik.

1990’larda köyümüzü yaktıkları için terk ettiğimizde, belki çocuklarımızı okutmamıza izin verirler, demiştim ama buna da izin vermediler. 1992’de yanımıza döşeklerimizden başka bir şey alamadık. Köyümüzü, evimizi, her şeyimizi kaybettik. Belki çocuklarımıza göz kulak olabiliriz, dedik ama ona da izin vermediler. Çocuklarımız travmayla büyüdü.

Oğlu Salih ise şöyle dedi:

Annemin cenazesini götürdüğümüz hastanede ifade verdim. Polis bana annemin nerede, nasıl, ne zaman vurulduğu gibi sorular sordu. El yazısıyla yazdığı raporu imzaladım; aynı ifadeyi hastanede yan odadaki savcıya da verdim. Sonra, annemin cenazesi otopsi için Şırnak’a götürüldü. Cenaze bize 13 Eylül’de teslim edildi ve biz de aynı gün defnettik. Daha sonra avukatımızla birlikte savcıya gidip ifade verdik. Otopsi raporunda annemin kurşun yarası yüzünden öldüğü ve merminin vücudundan çıkarıldığı yazıyordu. Hiçbir resmi kurum temsilcisi ziyaretimize gelmedi.

Gurbet Çağdavul 18 yaşındaki oğlu Sait Çağdavul’un Nur Mahallesi’nde vurulduğunu ve vuranların polis olduğuna inandığını söyledi:

Sait bir akrabamızın dükkânında çalışıyordu. Sokağa çıkma yasağının ikinci gecesi evimizden dışarı kaçtık, çünkü zırhlı araçlar sokağımızın içine ateş ediyordu. Oğlum evin kapısında göğsünün sol tarafından ve boğazından vuruldu. Bir komşumuz acil servisi aradı ama buraya ambulans gelemiyordu. Polis ambulansın mahalleye girmesine izin vermedi. Sait’in bedenini camiye götürmeyi başardık. Üç gün orada kaldı. Oğlumu su olmadığı için yıkayamadık. Sonunda, aralarında milletvekillerinin de bulunduğu 15 kişi hep birlikte cenazeyi İdil Caddesi’ndeki ambulansa taşıdı.

Hiçbir resmi kurum bizi aramadı. Nasıl bir işlem yapılacağıyla ilgili bize bir şey söylenmediği gibi, Sait’in öldürülmesiyle ilgili bir soruşturma olup olmayacağı hakkında bilgi de verilmedi. Sadece silah ve top atışı sesleri vardı. Devlet bizi rahat bırakmalı, biz barış istiyorduk. Biz ne çocuklarımız ölsün istiyoruz ne asker ne de başkası. Çocuklarımız devletten korkuyor ve hiçbir yere gidemiyor.

Cizre’de devlet adalet falan tanımıyor. Canlı kamera görüntüsü olmadığı takdirde polisin yargılanma ihtimali yok. Sebebi bizim Kürt olmamız. Birçok kişi hastaneye gitmeye korkuyor çünkü giderlerse tutuklanacaklarından endişe ediyorlar.

34 yaşındaki Rahmet Erdin Agar, 60 yaşındaki babası Eşref Erdin’in 9 Eylül günü Nur Mahallesi’ndeki evlerinin damında vurularak öldürüldüğünü anlattı:

Üç gün sadece silah sesi duyduk. Sular kesik olduğu için babam su tankını kontrol etmeye çatıya çıkmıştı. Elektrikler kesikti. Biz aşağıdaydık. Gitti ama uzunca bir süre geri gelmeyince üvey annem ne yaptığını görmek için yukarı çıktı. Orada babamın bir kan gölünün içinde namaz kılar gibi yüzüstü yattığını görmüş. Sırtından vurulmuş ama ölmemişti. 112’yi arayıp ambulans istedik ama bize, “gelemeyiz, gelirsek bizi öldürürler” dediler. 155’i aradık ve babamın arabasının plakasını verdik ki gelenin biz olduğumuzu anlasınlar.

Babamı arabaya koyup avludan dışarı çıktık. Köşeyi döner dönmez polis üstümüze ateş açtı. Polis olduğunu biliyoruz çünkü ateş onların mevzilendiği yerden açıldı. Araba üstü kurşun deliği dolu, 33 [Mersin] plakalı beyaz bir jip. Geri dönmek zorunda kaldık, yoksa kurşunlara hedef olacaktık. Babam öldü. 11 Eylül’de milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın yardımıyla cenazesini hastanenin morguna götürebildik.

Metin Çağlı babası Salih Çağlı’nın Nur Mahallesi’ndeki evlerinin dışında vurulduğunu söyledi:

Babam 6 Eylül gecesi saat yaklaşık 9.30 – 10.00 civarında evimizin altındaki dükkânın kapısına gitti ve hemen ardından bağırdığını duyduk. Elektrikler kesikti. Sol bacağından vurulunca yere yığılmıştı ve yoğun kanaması vardı. Dolaplardan birinin kapağını babamı taşımak için sedye yaptık. Sokağa çıkarsak üzerimize ateş açılacağı için komşularımızın evinden geçmemiz lazımdı. Bunun için evimizin duvarını delerek yandaki eve geçtik. Komşularımız bina aralarındaki duvarlarda önceden delikler açmıştı. Babamı ambulansa taşımak için yaklaşık yedi evden geçtik.

Gece yaklaşık 1.00 civarında İdil Caddesi’ndeki Dalmışlar benzin istasyonuna vardık ve ambulansa ulaştık. Çok gecikiyorduk ve Cizre Hastanesi’ne giderken ambulans sürekli polisler tarafından durdurulup arandı. Oradan Mardin Hastanesi’ne gönderildik. Mardin yolunda polis üç kez ambulansı kontrol etti. Ambulansın içine bakıp “Ölmüş bu¨ diyorlardı. Yolda babamın kalbi iki kere durdu ama tekrar çalıştırdılar. Sabah 6.00’da babamı Mardin Hastanesi’nde ameliyata aldılar ve bacağı sol dizinin üstünden kesildi. Sol kolu ve çenesi şarapnel parçalarıyla dolu. Hâlâ hastanede yatıyor.

Şirin Sarak, Cizre- Foto: HRW

Şirin Sarak, Cizre- Foto: HRW

Şirin Sarak (48) kocası Suphi Sarak’ın (51), vurulan komşuları Bahattin Sevinik’e yardım etmeye çalışırken Botaş Caddesi’nde vurularak öldürüldüğünü söyledi:

Salı akşamı 9.00-9.30 civarıydı. Sokağa çıkma yasağı bir önceki Cuma başlamıştı. Elektrikler kesikti ve sokaktan korkutucu silah sesleri geliyordu. Komşumuz Bahattin Sevinik’in çığlık atarak “İmdat” diye haykırdığını duyduk. Suphi dayanamadı ve Bahattin’in yanına gidebilmek için arka kapıdan fırladı.

Peşinden gidip durdurmaya çalıştım ama o durmadı; sonrasında silah sesini duydum. Küçük oğlum balkondan bakınca iki zırhlı polis aracının bize doğru geldiğini ve polisin Suphi’nin vücudunu yerde sürükleyerek zırhlı araçlardan birine koyduğunu gördü. Suphi’nin cesedini teşhis etmek üzere Şırnak’taki morga ancak günler sonra, yasağın kalkmasını takiben gidebildik. Morgdan arayıp oraya gitmemizi istediler.

Suphi öldürüldüğünde bazı TV kanallarında polisin bir PKK militanını ele geçirdiği söylendi. Üzerinde PKK üniforması var dediler. Oysa Suphi’nin üzerinde bu bölgenin geleneksel giysisi olan leşkeri (geniş Botan şalvarı) vardı. Sırtından defalarca kurşunlanmıştı.

Bir başıma kaldım. Yedi oğlum ve üç kızım var. Oğullarımın ikisi Karadeniz’de fındık topladığı ve geçimimizi olan mevsimlik iş bitmeden geri gelemeyecekleri için babalarının cenazelerine bile gelemediler.

28 yaşında bir muhasebeci olan Abdülhakim Anakın, Suphi Sarak’la birlikte Sevinik’i hastaneye götürmeye çalışırken Nur Mahallesi’ndeki Botaş Caddesi’nde vurulduğunu söyledi:

Komşumuz Bahattin Sevinik namaz kıldıktan sonra evde başından vuruldu. Kardeşi Hüsamettin elinde telefonun ışığını açmış halde dışarı fırlayarak Türkçe ve Kürtçe haykırmaya başladı: “Abimi öldürdüler.” Sokakta 10-15 tane, belki de daha fazla zırhlı araç vardı. Öldüğünü bilmiyorduk. Hüsamettin, abisini hastaneye götürmek istediğini ama araba kullanmayı bilmediğini söyledi. Ben götürmeyi teklif ettim. Araba avludaydı; Bahattin’i arabaya koyduk. Arabayı bir ya da iki metre kadar sürdüm.

Arabayı avludan çıkarırken komşumuz Suphi Sarak gözüktü ve arabanın penceresinden içeri bakıp ne olduğunu sordu. Üstünde leşkeri vardı. Sokak Özel Harekat polisine ait zırhlı araçlarla doluydu. Üstümüze ateş açtılar, Suphi’yi vurdular, ben de arabanın direksiyonunu tuttuğum sol elimden vuruldum. Suphi Sarak’a 10 kurşun isabet etmiş. Hastaneden verilen raporda, sol gözümde metal parçacıkları olduğu yazılmış ama bu metalin ne olduğu belirtilmemiş. Evden çıkamadığımız için altı gün hastaneye gidemedim, evde oturdum. Tanıdığımız bir hemşire beni muayene etti ve doktora gitmeye ikna etti. İki ameliyat oldum: elimden ve üç “metal parçacığının” çıkarılması için gözümden. Sol gözüm görmüyor, korkarım artık göremeyeceğim.

Devletin ne olduğunu biliyoruz. Cizre’de yaşam güvencemiz yok. Nereden gelirse gelsin, kör kurşunlardan korkuyoruz. Beş farklı polis ekibi gelip ifademi aldı. Savcı henüz ifademe başvurmadı ama ben şikâyette bulundum.

Silvan, Diyarbakır- Foto: HRW

Silvan, Diyarbakır- Foto: HRW

Silvan’ın üç mahallesinde sokağa çıkma yasağı, 3-16 Kasım

İnsan Hakları İzleme Örgütü Silvan’da uygulanan sokağa çıkma yasağıyla ilgili, aralarında yasak sırasında vurularak öldürülen beş kişinin akrabaları ve ailelerinin de bulunduğu 16 Silvanlıyla görüştü. Söz konusu beş kişiden üçüyle ilgili anlatımlar burada okunabilir.

Tekel Mahallesi Muhtarı Süleyman Ayrıç (54) sokağa çıkma yasağı sırasındaki durumu şöyle anlattı:

Çatışmalar vardı ama canımızı korumak içeride saklandığımızdan ne olduğunu tam olarak göremiyorduk. Birçok insan kaçıp diğer mahallelere, Diyarbakır’a, başka yerlere gitti. Mahallede kimse kalmadı – sadece yaşlı bir dulla hayvanlarına bakmak için kalan bir adam vardı. Ben evimizi korumak için tek başıma kaldım. Ailem gitti.

12 gün boyunca ne elektrik ne de su vardı. 3 Kasım sabah saat 8.00’de DEDAŞ bu mahallenin elektriğini kesti. Ne olduğunu öğrenmek için aradığımda yangın tehlikesine karşı kestiklerini söylediler. Başka bir mahalledeki trafolardan biri hasar görmüş ve orada elektrik kesilmiş. Su da, gençler hendek kazarken bir boruyu patlattıkları için kesilmiş. İçme suyumuzu hendekteki patlak borudan alıyorduk. Gençlere defalarca hendek kazmanın yasadışı olduğunu söyledim ama beni dinlemediler.

56 yaşındaki Ramazan Duruk da şunları anlattı:

İki taraftan da baskı altındayız. 18 Eylül’deki çatışmalar sırasında 93 yaşındaki yaşlı annem Hanife Duruk kalp krizi geçirip öldü. Cenazesini camiye götürmeyi başardık ama morga ancak milletvekillerinin yardımıyla götürebildik. Burası bir savaş alanı olmamalı. Burada halk var. Bunu her iki tarafa da devamlı söylüyoruz. Kasım’daki sokağa çıkma yasağının son iki gününde polis timleri bütün evleri aradı. İçeri girip her şeyi kırıp döktüler. Polis buna “temizlik operasyonu” diyordu ve operasyon sırasında kapıları ve insanların eşyalarını parçaladılar.

Devlet burada sadece muhtarla konuşuyor, bizi asla muhatap almıyor. Tüm bu süreçte bizimle hiçbir iletişim kurmadı.

İnşaat işçisi olan Erdal Özkan (35) şöyle dedi:

Beş çocuğum var; beş gün boyunca burada, içerde tıkılı kaldık. Sonunda çıkıp gidebildik ama yasağın dokuzuncu gününde geri geldiğimde evimi hasar görmüş halde buldum. Elimde hasarı gösteren fotoğraflar var ama daha kimse incelemeye gelmedi. Klima kurşunlarla delik deşik olmuş ve bozulmuştu, dolaplarda kurşun delikleri vardı. Ben işçiyim – duvar ustasıyım ama şimdilerde iş yok. Bence bu dönem, Silvan’da Hizbullah cinayetlerinin olduğu 1990’lardan daha şiddetli. O günlerde savaş ve ölüm vardı ama belli insanları hedef alıyorlardı. Bu dönemde devletin kurşunları herkesi vuruyor.

Bir kadın (ismi İnsan Hakları İzleme Örgütü’nde saklı):

Sokağa çıkma yasağının son gününde askerler sokaklarda ellerinde silahlarıyla tek sıra halinde yürüyüp güç gösterisi yaptılar. Kalabalık askerleri yuhaladı ve insanlar “Defolun!” diye bağırdı. Hoparlörden bir anons yapıldı: “Aferin çocuklar, Silvan teröristlerden temizlendi.” Halka şu mesajı veriyorlardı: “Sizi ezip geçtik.” Askerlerden bazılarının yüzlerindeki ifadeyi görmeniz lazımdı – zorunlu askerliklerini yapan genç çocuklardı ve bazılar o kadar etkilenmişti ki ilçenin içinden yürüyerek geçmek zorunda kalmayı kaldıramamışlardı. Bu olaylardan sonra kendimi bu ülkenin vatandaşı gibi hissetmiyorum.

Silvan’daki Dicle Kıraathanesi’nin işletmecisi Kutbettin Tekin sokağa çıkma yasağı sırasında kahveye açılan ateş sonucunda müşterilerden 45 yaşındaki taksi şoförü Mehmet Gündüz’ün öldüğünü, çok sayıda kişinin de yaralandığını anlattı. İnsan Hakları İzleme Örgütü kahveye gittiğinde camdaki iki kurşun deliği hâlâ görülebiliyordu. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün izlediği güvenlik kamerası görüntülerinde ateşin açıldığı sırada kahvenin yanından bir zırhlı araç geçtiği görülüyor. Ateşin bu araçtan mı yoksa başka bir yerden mi açıldığının tespit edilmesi için bir soruşturma yapılmalıdır.

Dicle Kıraathanesi, Silvan, Diyarbakır- Foto: HRW

Dicle Kıraathanesi, Silvan, Diyarbakır- Foto: HRW

Saat sabah 11.00 sularında kahveye ateş açıldı. Mehmet Gündüz vurularak öldü. O akşam kahvede kimsenin olmadığı sırada polis kapıyı kırıp içeri girdi ve arama yaptı. Kimse bizimle konuşmaya gelmedi; ne savcı, ne bir devlet yetkilisi. Bunun nasıl olduğunu öğrenmek istiyoruz, iki çocuğu babasız kalan Mehmet Gündüz’ü kim vurdu,  insanların şüphelendiği gibi kahveye sokaktan geçen zırhlı araçtan mı ateş açıldı, bilmek istiyoruz. Silvan’da hayatı durdurdular.

Tekel Mahallesi’nde yaşayan, üç küçük çocuk annesi Sevgi Gezici (22), sokağa çıkma yasağı sırasında kocası Engin Gezici (24) ile kocasının halası İsmet Gezici’nin vurularak öldürüldüklerini anlattı:

Yasağın üçüncü gününde [6 Kasım] evde benden, kocam Engin’den ve üç çocuğumuzdan başka kimse yoktu. Evimizin hemen dışında bir hendek vardı; bir çatışma sırasında bomba ve silah sesleri duyduk. Ne elektrik, ne su ve yiyecek vardı. Engin silah seslerinin bir kaç dakikalığına durduğu sırada dışarı çıktı. Çocuklar çok korktuğu için evi terk edebilir miyiz diye bakmak için dışarıya çıkmıştı. Saat sabah 11.00’di ve gidebileceğimiz bir yol var mı ve evden çıkıp gidebilir miyiz, diye anlamak için gitti. Geri dönerken eve sadece 10 metre kala vuruldu. Ellerinde hiçbir şey yoktu, silahsızdı.

Önce silah seslerini, ardından insan seslerini duydum. Pencereden dışarı bakınca kocamı vurulmuş halde yerde yatarken gördüm. Yanında iki arkadaşı vardı, onu içeri taşıdılar. Birkaç dakika sonra halası kendi evinden çıkıp bizim eve doğru koşmaya başladı. Bizim evin kapısında onu da vurdular. Bize bağırdı, içeri yaralı halde aldık. Kocam ölmüştü. Halası carşı yönünden gelen kurşunla kalçasından vurulmuştu ama bizimle konuşabiliyordu. Bir kapıyı sedye gibi kullanıp, duvarda bir delik açarak onu bir komşunun evine geçirdik. Onu böyle taşıyarak saat 1.00 gibi Bahçelievler’de oturan bir akrabasının evine götürdük. Hastaneye yetiştirilmeye çalışıldığı Diyarbakır’da öldü.

Saat gece 10.00-11.00 gibi Engin’in amcaoğulları Yılmaz Gezici, S.G. ve O.G. Engin’in cenazesini arabalarına koyabildiler ama polis arabayı durdurup onları da gözaltına aldı. Terörle Mücadele Şubesi’nin bahçesine götürüp saatlerce yüzüstü yerde yatırmışlar ve dövmüşler. Polis onlara “Ona amcaoğlu demeyin, terörist deyin” diye bağırmış.

Dava açılması ve suçluların adalet önüne çıkarılması için ne gerekiyorsa yapacağım. Savcıya ifade vereceğim. Kocam yazları Muş’ta çoban olarak çalışır, sürü güderdi. Ailesinden 10 kişiye o bakıyordu. Başka hiç kimse çalışmıyor. Bizim elimizden tek umudumuzu aldılar.

Devlet ifademize başvurmak ya da başka bir sebeple ne benimle ne de ailemle irtibata geçti. Kendi evimiz yok, kiradayız. Elimizde hiç gelirimiz yokken bizim eve 130, kayınpederlerimin yaşadığı eve 150 lira kirayı nasıl ödeyeceğiz? Ben çalışırsam çocuklara kim bakacak? Kayınpederim çalışmıyor, kayınvalidemse hasta.

Sevgi Gezici, Silvan Dİyarbakır- Foto: HRW

Sevgi Gezici, Silvan Diyarbakır- Foto: HRW

İnsan Hakları İzleme Örgütü daha sonra 36 yaşındaki inşaat işçisi Yılmaz Gezici ile telefonda görüştü. Polis tarafından kardeşleri S.G. (21) ve O.G.’yle (19) birlikte “ölü bir teröristin cesediyle” kaçmakla suçlanarak gözaltına alındıktan sonra, Terörle Mücadele Silvan Şubesi’nde saatlerce çok ağır kötü muamele gördüklerini anlattı. Yılmaz Gezici savcılığa şikayette bulunacağını söyledi.

Kaynak: https://www.hrw.org/tr/news/2015/12/22/284801

CATEGORIES
Share This