Kıbrıs’ta çözüm arayışları

Kıbrıs’ta çözüm arayışları

KKTC Cumhurbaşkanlığı sözcüsü ve görüşmeci heyeti üyesi Barış Burcu ile Kıbrıs’ta barış arayışları süreci ile ilgili tarihsel sürece ve şuanda müzakerelerin ne yönde devam ettiği konusunda gazetemizin sorularını yanıtladı.

Kıbrıs’ta çözüm arayışları 1

KKTC Cumhurbaşkanı sözcüsü Barış Burcu

Uzun yıllardır Kıbrıs adasındaki bölünmüşlük ve sınırların kaldırılması adına devam eden barış görüşmeleri ve müzakerelerde ne noktaya gelindiği merak konusu. Ateşlerin yandığı ve kan gölüne dönen Ortadoğu, gündemi uzun süredir meşgul ederken Kıbrıs’ında stratejik olarak Ortadoğu’ya açılan bir kapı ve batılı güçler için Akdeniz’de bir savaş gemisi olduğu gerçeği göz ardımı ediliyor. Kıbrıs Türk toplumu cumhurbaşkanlığı seçiminde bu sefer sol kökenli bir adayı başa getirerek müzakerelere ivme kazandırmaya çalışırken, garantör ülke Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya karşı ve Kıbrıs meselesine yönelik tutumu ne yönde. Ana vatan- Yavru vatan atışması, müzakere süreci, anlaşılan yada anlaşmaya varılmayan konu başlıkları Türkiye devletinin Kıbrıs politikasına dair daha bir çok konuyu ele aldığımız ve KKTC devleti Cumhurbaşkanı sözcüsü Barış Burcu ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızı her hafta bir bölüm olmak üzere yayınlayacağız.

Telgraf: 1968 yılında başlayan barış görüşmelerinden bu güne, Kıbrıs’ta barış arayışları ve müzakere sürecinin tarihini kısaca anlatırmısınız?

Burcu: “1963 yılında başlayan Kıbrıs sorunu barış arayışı görüşmelerini de beraberinde getirmiştir. İki toplumlu görüşmeler 1968 yılında Beyrut’ta başlamıştır. Genelde bilinenin aksine Kıbrıs sorunu 1974 yılında değil 1963’te başlar. Kıbrıs konusu bir şekilde o kadar farklı ve uzun süreçlerden geçti ki, sadece Kıbrıs’lıların değil dünyanın da tahammülü tükeniyor Kıbrıs sorununa, her ne kadar da burada başka coğrafyalarda olduğu gibi gözyaşı, kan, barut olmasa dahi bu kadar uzun bir zamana yayılıyor olması ve stratejik gelişmeler önünde her zaman bir engel teşkil etmesi rahatsızlık vermeye başladı, bu bakımdan günümüzde konjonktür daha uygun hale gelmeye başlıyor. 1968’den beri Kıbrıs barış görüşmeleri devam ediyor, ilk görüşmeler 1968’de Beyrut’da başladı, Denktaş ve Klerides arasında, 1980 yılına kadar, liderler düzeyinde ve gelecekteki çözümün temel prensipleri ne olacak, çerçevesi ne olacak konuları üzerine yoğunlaşmıştı görüşme süreçleri. Tamamen hızlı ve bütünlüklü bir çözüm, kapsamlı bir çözümden ziyade, gelecekte biz bir anlaşmaya varırsak bu anlaşmanın temel prensipleri ne olmalıdır yönünde yoğunlaşmıştı liderlerin ilgi ve dikkati. Meşhur 1977’de Denktaş ve Makarios, 1979’da da Denktaş Kyprianu, zirvesinin sonuçları üretildi. Şimdi bu sonuçlara göre, iki bölgeli iki toplumlu, federal bir Kıbrıs oluşturulacaktı. 1970’lerin ikinci yarısında iki liderin vardığı mutabakatlar bu yöndedir. Bu mutabakatların her birinde 7-8 madde de uzlaşıya varılmıştı.”

Telgraf: 1980’li yıllarda ve özellikle Türkiye’de Turgut Özal döneminde Kıbrıs’ta barış arayışları ne durumda idi ve Türkiye’nin Kıbrıs sorununa düşkünlüğünün kaynağı nedir?

Burcu:“1980’lerden sonra Kıbrıs görüşmelerinde kısa bir duraklama oldu. Biliniyor ki 1980’lerde Türkiye’de yapılan askeri darbe bir çok süreci de geriye götürdü. 1980’lerin sonlarına kadar görüşmelerde bir uyutma dönemi geçti denilinebilir.

Kıbrıs sorununun tekrar canlanması 1987’de Turgut Özal’ın Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyelik müracaatını yapmasıyla başlar diyebiliriz. O günden sonra Kıbrıs sorunu ayni zamanda Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ile ilişkilendirilmiş bir sorun haline dönüştürüldü. Aslında bunun mantığı, Kıbrıs Cumhuriyeti 1960’da kurulduğu zaman, kuruluş anlaşmaları, garanti ve ittifak anlaşmaları ile ek protokoller, sadece Kıbrıs Cumhuriyetinin anayasal düzeninin korunması ve bu korunmaya yönelik güvenlik tedbirlerinin alınmasına yönelik değildir, ayni zamanda bölgesel bir de dengeyi sağlar. Örnek verebilecek olduğum bir maddesinde der ki; Kıbrıs Cumhuriyeti bütün garantör ülkelerin üye olduğu bir kuruluşa üye olamaz. Dolayısıyla 1987 de Özal’ın yapmış olduğu müracaatta Kıbrıs Cumhuriyeti O gün için Avrupa Birliği üyesi olmasa dahi daha sonraki süreçlerde Kıbrıs Cumhuriyeti malum sebeplerden dolayı Avrupa Birliği üyesi olduğu için o 1987’De yapılan müracaat bugüne doğru bakıldığı ve okunduğu zaman, aslında öyle bir dengenin oluşturulmasına yönelik yapıldığı görülüyor.”

Telgraf: Türkiye’nin AB üyeliği tutkusu Kıbrıs ve Kıbrıs halklarına ne yönde değerler sundu veya herhangi bir engel teşkil etti mi?

Burcu: “1987’Deki AB müracaatından sonra Türkiye Avrupa ile uyumlaşma sürecine girmek zorunda kaldı, bu uyumlaşma sürecinin her aşamasında, Türkiyeyi batıya daha yaklaştırabilecek, Kıbrıs sorunundaki kalıpları kırabilecek ve çözüme doğru yönelebilecek bir takım açılımlar sunuldu. Örneğin 1990’ların başındaki O meşhur, güven yaratıcı önlemler; Maraş’ın her iki toplumun yararına açılması, Lefkoşa’da ara bölgede bulunan atıl durumdaki uluslar arası hava alanının her iki toplumun faydası için açılması projeleri idi bunlar. O dönemlerde sınır kapıları kapalı idi, Kıbrıs Türkünün dünyayla ve güneyle bir teması yoktu, kopuktuk. Maraş’ın ve Lefkoşa havaalanının açılıyor oluşu hem iki toplumun buluşması hem de orada oluşturulacak özel statülerle toplumların dünyayla teması imkanları ve ticaret imkanları sağlayacaktı. Bu planlar ortaya atıldığı zaman hem gelecek çözüme Kıbrıslı Türkleri ve Rumları hazırlamak bir yakınlaşmayı sağlamak hem kuzeyde yaşayan Kıbrıslı Türklerin ekonomik kalkınmasına yardımcı olacak hem de Türkiye’nin AB’ye hazır oluncaya kadar geçecek zamanı doğru bir çizgide geçirmek maksadıyla önerilmişti bunlar. Bunun en büyü nedeni Türkiye AB üyesi olmak isterken Kıbrıs’ta bir savaş hattı bir düşman hattı ilişkisi içinde olan bir durumla bunu ileriye taşıması mümkün değildi, bu durumu karşılıklı iş birliği haline dönüştürmeye çalışırken sınırın belli alanlarında örneğin Maraş ve Hava alanı gibi, O işbirliğini hayata geçirecek bir uygulamaya döndürmesi bu fırsatı yaratacaktı. TC devleti yetkilileri O zamanlar bu güven yaratıcı önlemleri oldukça desteklemişti. Fakat buna rağmen rahmetli Denktaş güven yaratıcı önlemleri desteklemedi ve bu önlemler hayata geçirilemedi. Eğer zamanında güven artıcı önlemler hayata geçirilse idi geçirdiğimiz 20 yıl boşa gitmeyecekti. Hem TC’nin AB üyeliğine hazırlanma sürecinde daha iyi bir ivme kazandırılmış olacaktı hem de Kıbrıslı Türk ve Rumların ekonomik olarak, siyasal ve kültürel olarak, bu kayıp atıl olarak bekleyen nimetleri de değerlendirebileceği iki toplumun yararına daha sağlıklı bir hayat olacaktı ama bu geride kaldı.”

KKTC devleti Cumhurbaşkanı sözcüsü Barış Burcu

Telgraf: 1974 yılına geri dönecek olursak, Kıbrıs adasının 1974 yılından bu yana bölünmüşlüğü bir gerçektir. Toplumlar arasında da barış arayışını da bu bölünmüşlük beraberinde getirmiştir. Uzun yıllardır devam eden müzakerelerde bu güne kadar hangi konular görüşülmüş ve başlıklandırılmıştır?

Burcu: “Bizim müzakere sürecimizde biz müzakerelere hangi temel ve zeminde başlayacağımızı önce anlaştık sonrada hangi başlıklar altında bunu sürdüreceğimizi anlaştık. Bu müzakerelerin temel çerçeve ve prensipleri, 11 Şubat 2014’De imzalanan Anastasiades ve Dr. Derviş Eroğlu ortak mutabakat belgesinde kayıtlıdır ve her iki tarafta bu mutabakat belgesindeki unsurları görüşme zemininin esas unsurları olmalarını Kabul ederek görüşmelere başladılar. Ortak mutabakat belgesinin temel unsurları nedir onlardan kısaca bahsetmek isterim, birincisi; eşitlikçi bir federasyon kurulacak, iki, tek egemenliği olan bir federasyon kurulacak ama bu tek egemenlik iki toplumdan eşit neşet edecek, her iki toplum eşit olacak ortak bir egemenlik, federal yapının oluşması iki kurucu devlet tarafından yapılacak. Federal hükümetin yetkilerinin ne olacağı müzakere sürecinde netleştirilip çözüm sürecinde anayasaya yazılacak, bunun dışında kalan bütün yetkiler ise kurucu devletlere ait olacak. Federal yapının yetkilerinin ne olacağı tarafların pazarlığı sonunda ortaya çıkacak ve onun dışında alan yetkilerin tamamı kurucu devletlere bölüştürülecek. Bir diğer prensp te şu idi; bu güne kadar uzlaşılamayan tüm başlıklar masada olacak ve bu başlıklar bir biri ile bağlantılı olarak görüşülecek. Bu şimdiye kadar saydıklarım 11 Şubat anlaşmasında yazılı olanlardır, ve bir görüşmelere başlarken bu anlaşmayı Zemin olarak Kabul ettiğimizi ve güneyinde bu zemini kabulü ile bu zeminde görüşmelere devam ediyoruz.”

Telgraf: Müzakere sürecindeki önde gelen ve hala hazırda görüşülen en önemli konuları açıklarmısınız?

Burcu: “Şuanda 6 tane başlığımız var, birincisi yönetim ve güç paylaşımıdır, diğeri ekonomi başlığı, üçüncüsü Avrupa Birliği başlığıdır, dördüncüsü mülkiyet başlığıdır, beşincisi toprak başlığıdır, sonuncusu ise güvenlik ve garantilerdir. 11 Şubat 2014 belgesinde tüm bu başlıkların detaylı görüşüleceği belirtilse de biz görüşmelerin ilk aşamasında muhataplarımızdan ricacı olduk ve dedik ki biz garantiler konusunu sona bırakmak istedik. Çünkü garantörlerin neyi garanti edeceklerini ortaya çıkarmamız gerekiyor, ikincisi garanti ve ittifak anlaşmaları uluslar arası bir anlaşmadır, uluslar arası bir anlaşmanın bozulabilmesi için o anlaşmaya imza koymuş bütün tarafların yeniden bir araya gelip değişime imza koyması lazımdır. Dolayısıyla sadece Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin yada toplumların bir başlarına bu anlaşmaları değiştirmelerine imkan yoktur. Dolayısıyla bunu sona bıraktık. Bir diğer sona bıraktığımız husus ise toprak başlığının yarısıdır. Çünkü toprak başlığında bir kriterler var birde yüzdelikler var. Kurucu devletlere hangi oranda coğrafya bırakılacak sorununu sona bırakmış olduk. Yeni devletin haritalanmasını biz yine sona bıraktık çünkü bir anlaşma öncesinde bölgelerin netleşmesi toprak ayarlamaları hususunda bir takım açıklamalarda bulunursak, o zaman anlaşmaya varmadan buralardaki hayat kaosa düşebilir. Bu bölgelerdeki hayatın yeniden düzenlenmesi anlaşmadan çıkan düzenlemeler ile yapılacak dolayısıyla bu bölgelerdeki insanlarımızı boş yere tedirgin etmeye gerek yok diye düşündük. Esas çerçevemiz yukarıda belirttiğim başlıklar ile kıstasında görüşmelere başladık. En çok gelişmeyi en kapsamlı başlık olan, yönetim ve güç paylaşımını kapsamlı bir şekilde görüştük. 20 ye yakın ortak kağıt üretebildik.

Yönetim ve güç paylaşımının yüzde 85 oranda uzlaşıldığını söyleyebilirim. Geriye kalan uzlaşılmayan yüzde 15’lik konu başlıklarının ise yönetim ve güç paylaşımında karşılıklı anlayış ve yakınlaşmaların sağlandığını fakat evet anlaştım deme pozisyonunda bulunmadığını söyleyebilirim.”

Görüşmelerde ne gibi konuların konuşulduğunu daha detaylı olarak gelecek haftaki gazetemizden takip edebilirsiniz.

Röportaj-Fotoğraf: Erem Kansoy-Kıbrıs

CATEGORIES
TAGS
Share This