Zincirlerin Gölgesinden Özgürlüğün Şafağına: Demokratik Konfederalizm – Yunus Aslan

Zincirlerin Gölgesinden Özgürlüğün Şafağına: Demokratik Konfederalizm – Yunus Aslan

Sovyetlerin yıkılışından sonra dünya, sessiz bir gölgeyle kaplandı; adı konulmamış bir savaş, Üçüncü Dünya Savaşı, insanlığın ufkunda belirdi. Bu, ne top sesleriyle ne de tanklarla yürüyen bir çarpışmaydı; küresel sermaye, ulus-devlet eliyle halkların birlikte yaşam umudunu, demokratik toplum yapısını yıkma ve yeniden biçimlendirme hırsıydı. Katı merkeziyetçi yapılar, teknolojinin ve paranın özgür dansına zincir vuruyordu; kapitalist modernite, bu engelleri ya yerle bir etmeye ya da kendi elleriyle yoğurup dönüştürmeye yeminliydi. 35 yıldır süren bu mücadele, insanlığın ruhunu kemiren bir fırtına gibi esiyor. Ortadoğu, bu oyunun en yaralı sahnesi oldu. Birinci paylaşım savaşında cetvellerle çizilen ulus-devletler, sermayenin ileri karakolları olarak doğmuştu; ama zamanla efendilerinin ayaklarına dolanan birer prangaya dönüştü. Küresel tekelci eller, bu katı yapıları darmadağın ederken, yerine kendi çıkarlarına hizmet eden yeni gölgeler dikti. Teknolojinin ve sermayenin hükümranlığı, ulus-devletlerin sınırlarını aşındırdı; ama bu dönüşüm, özgürlük değil, yeni bir esaret getirdi. İnsanlık, betonlaşmış sistemlerin altında ezilirken, doğa talan edildi, kültürler yitip gitti. Bu yıkımın ortasında, demokratik konfederalizm bir bahar dalı gibi yükseliyor. Ulus-devletin tekçi zincirlerine, kapitalist modernitenin sömürü ağlarına karşı bir direniş türküsü bu. Halkların kendi elleriyle, aşağıdan yukarıya kurduğu bir dünya düşü; ne sınırlarla bölünmüş, ne sermayeyle kuşatılmış. Merkeziyetçiliğin soğuk gölgesi yerine, yerel özerkliğin sıcak nefesini taşıyor. Toplumun çok renkli kimlikleri, bir mozaik gibi birleşiyor; doğayla barış, insanla kardeşlik bu düşte hayat buluyor. Kürdistan, bu umudun en canlı tanığı. 1916’da Sykes-Picot’un hançeriyle parçalanmış, işgal ve ilhakla zincire vurulmuşken, bugün tarihin sunduğu bir şafakla karşı karşıya. Demokratik konfederalizm, bu topraklarda bir çağrı gibi yankılanıyor: halkların birliği, zulmün sonu, özgürlüğün başlangıcı. Ulus-devletin soykırımcı gölgesi, yüzyıllardır Kürtleri boğmaya çalıştı; ama bu gölge, sermayenin küresel oyunuyla birleştiğinde, sadece Kürtleri değil, tüm insanlığı tehdit eder hale geldi. Kapitalist modernite, dağları bombalıyor, nehirleri kurutuyor, toplulukları birbirine düşman kılıyor.
Barış ve demokratik toplum, bu karanlığın panzehiri. Ama bu yol, kendiliğinden açılmaz; mücadeleyle, dayanışmayla örülür. 27 Şubat’ta yükseltilen ses, bir manifesto gibiydi: sorunlar demokratik siyasetle, hukuk ve özerklikle çözülür; halklar ancak böyle bir arada nefes alır. Sermaye ve ulus-devlet, bu çağrıyı yokuşa sürüyor; “teslim ol” diyor, “kendi ellerinle kendini yok et” diye dayatıyor. Ama tarih, hileyle yazılmış soykırım sahnelerini unutmadı; Sey Rıza’nın “Sizin yalanlarınızla baş edemedim” feryadı, hâlâ kulaklarda bir çınlama. PKK’nin ateşkes ilanı, barışa uzanan bir eldi; ama gökyüzü bombalarla kararmaya, dağlar ateşle yanmaya devam etti. Kapitalist modernitenin savaş makinesi, 45 yıldır insanlığı yutuyor; milyonlar açlık ve yoksullukla boğuşurken, doğanın son nefesi çalınıyor. Bu savaş, sadece bir coğrafyayı değil, insanlığın ruhunu hedef alıyor. Demokratik konfederalizm ise bu yangına bir su gibi akıyor: halkların ortak yaşamı, doğayla uyum, sermayeye karşı direniş. Ulus-devlet ve kapitalist modernite, dünyayı bir hapishaneye çevirdi. Beton duvarlar arasında sıkışan toplumlar, ya bu düzeni kırıp özgürlüğe yürüyecek ya da zincirlerin gölgesinde solacak. Demokratik konfederalizm, bu yol ayrımında bir meşale; halkların birleşik mücadelesiyle parlıyor. Ne efendilerin insafına sığınıyor ne de teslimiyeti kabul ediyor. Tarih bize şunu fısıldıyor: soykırımcı zihniyet, mücadele olmadan diz çökmez. Bu, bir kurtuluş destanı; ya hep birlikte yazacağız ya da hep birlikte susacağız.
CATEGORIES
TAGS
Share This