Fehim Taştekin:ENKS Davaya Ankara’nın Baktığı Yerden Baktı. ENKS Kaybetti artık

Fehim Taştekin:ENKS Davaya Ankara’nın Baktığı Yerden Baktı. ENKS Kaybetti artık

2011 yılından bu yana Suriye’de yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonların göçmesine ve kentlerin yok olmasına neden olan iç savaş her gün biraz daha içinden çıkılmaz hal alıyor.

Aladdin SİNAYİÇ

 İç savaşın başladığı günden bu yana güç dengeleri sürekli değişirken, batılı aktörlerin siyasetinde de dönem dönem değişiklikler yaşandı. İşid denen dönemin en barbar örgütün ortaya çıkmasına neden olan siyaset aynı zamanda yüzlerce cihatçı silahlı örgütün türemesine neden oldu.

Arap baharının çetin kışa dönüştüğü topraklarda umutsuzluk halen en hakim duygu. Batılı güçlerin Suriye politikası, Türkiye’nin Kürt fobisi odaklı siyasetinin yarattığı felaketler, Rojava’nın geleceği, Amerika’nın Kürtlerle olan ittifakı, Kürtlerin kendi aralarında yaşadıkları sıkıntıları gazeteci yazar Fehim Taştekin ile konuştuk.

 

Sayın Taştekin, sorduğunuz bir soru ile başlayalım isterseniz: ‘sadece ilk 2 yıl 2000 TIR silah gönderdiğiniz örgütlerle bundan sonra ne yapacaksınız? O silahlar bize dönmeye başladı bay pişkin!’ demiştiniz. Ne olacak şimdi?

Şuanda hükümet hem içerde hem dışarıda ciddi bir baskı altında. İşid saldırısından sonra bu baskı daha da artacak. Dışarda da hem müttefikleri nezdinde hem de komşularla ilişkilerin bozulması nedeniyle artan bir baskı ile karşı karşıya. Bunun için bir manevra yapma ve Suriye siyasetini değiştirmek zorunda. Bu çok sancılı bir şey.

Hangi açıdan sancılı?

Birincisi bizim sınır hatlarımızdan beslenen çok sayıda örgüt var. Bunlar lojistik olarak, askeri olarak, insan kaynağı olarak desteklendiler, silahlandırıldılar. Siz bunları bir maceraya sürüklemiş oldunuz, ve bu macera içerisinde zamanla bu grupların içerisinde insanlar çok fazlasıyla radikalleşip, El Kaide ile, İşid ile ve bunlara yakın ideolojileri paylaşan gruplara kaydılar. Bunlar özü itibariyle tehlikeli gruplar.

Şimdi onlara ‘oyun bitti, ben desteği kestim’ diyeceksiniz. Muhtemelen o zaman böyle bir senaryo devreye girecek, biz bunu başka coğrafyalardan biliyoruz. Bu gruplar sizinle ortaklığı bitirdikten sonra, sizi de düşman ilan edeceklerdir ve sizinle de savaşacaklardır. Çünkü şöyle bir hata yaptılar; Suriye’de El Kaide’yi desteklerken, Kaide onlara bir güvence verdi; Kaide’den kastım Nusra cephesi: ‘Bizim gündemimiz Suriye ile sınırlı, biz Suriye’de savaşıyoruz, ve savaşı başka coğrafyalara taşımayacağız’. Bu güvence onları destekleyen ülkeler açısından da çok kritik ve önemli.

Oyun bitmeden önce nasıl bir ilişki vardı?

Fehim Taştekin: Erdoğan’ın Suriye Politikasının Bedelini Toplum Ödeyecek 1

Fehim Taştekin

Bunlar kirli bir antlaşma yaptılar. Ancak bunun bir garantisi yok. Pakistan veya Pakistanlaşma süreci diye benim birkaç yıldır hep uyarısını yaptığım, yazdığım süreç maalesef bize bu realiteyi hatırlatıyor. Yani Kaide sizin için bu güvence verebilir, ben sadece Esad ile savaşacağım diyebilir, Ama oyun bitti dediğin anda o savaş sana da dönecektir. Bumerang etkisi mutlaka olacaktır. Bu yüzden Türkiye’de ister AK Parti ister Ak parti gitsin başka bir parti gelsin, iktidar değişse bile Suriye siyasetinin bedelini bu toplum ödeyecek.

Şimdi kendileri bir bedel ödemeden, tereyağından kıl çeker gibi siyaseti değiştirip sıyrılmak istiyorlar. Ama bunu kendilerini kurtarmak için yapıyorlar, bu toplumun içinde yer aldığı havzayı, coğrafyayı değil. Tehlikeli olan budur.

 

Bu noktada danışıklı dövüş belirlemeleri var, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu saldırıların hepsi için söylenemez ama ilk başlangıçtaki saldırılarda devletin ihmalinin elverişli bir tercih olabileceğine dair şüpheleri doğurdu, yani ben Suruç, Ankara, Diyarbakır katliamlarını doğrudan devlet organize etti diyemem, çünkü elimizde böyle bir done yok; Ancak hedef çok seçilmiş bir hedef, ve Ak Partinin bölgesel politikalarına karşı çıkan, direniş gruplarını, partileri, sivil toplum örgütlerini ve gençleri hedef alan bir saldırıydı. Bu saldırılar Ak Partinin belli bir kesiminde sanki böyle bir memnuniyetle karşılandı. Diğer taraftan ben sizin beklediğiniz gibi bu terörler mücadele etmeyeceğim demekti. O yüzden yaktığı canlar çokta Ak Partinin önemsediği bir şey değil.

Uluslararası baskılar yüzünden Ak Parti İşid ile ilgili bazı tedbirler almak zorunda kaldı. Ve o noktadan sonra saldırıların hedefi değişti. Öncesinde hedefte Rojava’ya destek veren Ak Partinin Rojava politikasını eleştiren insanlara dönüktü, sonra yabancıları hedef alan saldırılar oldu; Taksim’de, Sultanahmet’te, arkasından Gaziantep ve İstanbul’da daha çok Türkiye devletini ve toplumunu birlikte hedef alan saldırlar. Demek İşid burada Ak Parti ile bir çıkar işbirliği varsa da, bunun bozulmasından rahatsız. İncirlik üssünün açılması, sınırda geçişlerle ilgili tedbirlerin yükseltilmesi, son altı ayda yaklaşık bin kişinin gözaltına alınması (tabi ne kadarı tutuklandı bilmiyoruz), tabi göstermelik bir takım boyutlar da illa var, İşte ABD’nin baskısıyla Kürtleri engellediği için bizzat kendisinin İşid ile mücadele etmesi gereğinin ortaya çıkması, belli grupları işid’e karşı yönlendirmesi, İşte Azez’de Al Raye doğru.. 

Peki Minbic kuşatması ile beraber Türkiye ile nefes borusunun kesilmesi nasıl etkileyecek?

Fıratın batısına Kürtler geçemez diyorlardı, bu İşid’in işine yarayan bir deklarasyondu. Sonradan bundan vazgeçmiş oldu. Yani el mahkum bir şekilde istemeye istemeye vazgeçmiş oldu. İşid bundan dolayı da Türkiye’ye kızmış olabilir. O hattın kesilmesi durumu ortaya çıktı. Bunlar ya Türkiye’ye gelecekler, ya da Irak veya Suriye’de Raqqa ve Deyruzor tarafına geçecekler. Türkiye’den geçişler engelleniyorsa bir öfke birikiyor demektir. İçeride işid’in eskiden olduğu kadar rahat olmadığı söyleniyor. Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidişler zorlaştı. Türkiye’de bir sıkışma oluşuyor ve bu sıkışmışlık bir saldırı şeklinde kendini gösterebilir, Bundan sonra da bu saldırılar artabilir.

Fehim Taştekin: Erdoğan’ın Suriye Politikasının Bedelini Toplum Ödeyecek 1

Fehim Taştekin

Bir de üzerinde çok durulmayan bir şey; İşid üyelerinin aileleri Türkiye’de rahattılar. Musul konsolosluğunun çalışanlarının serbest bırakıldıkları zaman, bunların ailelerinin Türkiye’de rahat yaşamaları konusunda güvence verildiği söyleniyor. Benim konuştuğum farklı kaynaklar bu iddiaları dillendiriyorlar. Şimdi aileler de çok rahat değiller artık, gözaltı operasyonlarında onlar da bir şekilde hedefteler. Haliyle Erdoğan’ın kendilerine ihanet ettiğini düşünüyor olabilirler.

 

Suriyelilere vatandaşlık açıklaması bunun tersi bir bağlantısı olabilir mi?

Erdoğan’ın kendi  siyasi hesapları olmalı burada. Erdoğan’ın başkanlık hesapları halen devam ediyor, bunun için de sağlam oy kitlelerine ihtiyacı var. Hepimizin kafasındaki soru, acaba vatandaşlığa alınanları kendisine birer seçmen olarak mı düşünüyor. Bu haklı bir soru, bunun yanıtını vermeleri gerekir. Bu insanlar kısa vadede ülkelerine dönemeyecekler, Türkiye’de de bunlar sorun olmaya devam edecek. Tedbir olarak ta bunlarla ilgili yasal çözümler gerekiyor. Ancak bu insani olarak değerlendirildiği zaman anlamlı. Bunu siyasi kaygılarla yapıyorlarsa bu felaket olabilir.

Yine bununla bağlantılı olarak Alevi ve Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelere kamp kurma çalışmaları var, bunu nasıl yorumlayacağız?

Bunu düzgün yapmazlarsa, ki düzgün yapacaklarına dair inancım hiç yok; Alevi ve Kürt nüfusunun olduğu yerlerde böyle tampon bölge konuşlandırır gibi yaparlarsa bu içeride rahatsızlıklara neden olur ve ileride kriz alanları yaratılmış olur. Gerek Osmanlı’nın gerek sonra Türkiye cumhuriyeti devletinin sicilinin bu noktada çok iyi olmadığını biliyoruz. Yani sürgün veya göç hareketlerinde siyasi kaygılar güdülerek yerleştirme iskan etme politikaları, önceden de tecrübe edildiği için haliyle kaygılarımız artıyor. Bir de bu hükümet samimi değil. Bu hükümet yatırım yaparken de samimi değil, kendi çıkarlarını düşünüyor, ve her şeyi oy hesabıyla yapıyor, bir çok şey bu yüzden sağlam değil, hizmetinin de iğreti olması, Suriyeliler ilgili politikasında da bizi kaygılandırıyor.

İşid’ katılan çok sayıda Türkiye vatandaşı olduğunu biliyoruz. Bunda AKP’nin payı nedir?

Tabiki Türk devleti Suriye siyasetini bu gruplar üzerinden bir savaşa inşa etti. Savaş savaşçıyı üretir, savaş zamanla radikalleşmeyi getirir. Ve bu radikal unsurlar, bugün sizin müttefikinizdir yarın düşmanınız olabilir.  Haliyle Erdoğan hükümeti bunun birinci dereceden sorumlusudur.

İnsanlar teşvik edildi. İnsanlar kutsal bir savaşa gönderildi. Cumhurbaşkanı neredeyse günde 3-5 kez bu savaşı kutsayan, teşvik eden demeç veriyordu. Bir tarafta da MİT sahada bu işi organize ediyor, militanlar taşınıyor, gemilerle, uçaklarla, dünyanın her yerinden.. bu rol tehlikeli bir rol.

İnsanları ya parayla savaştırırsınız ya da ideolojik saiklerle, şimdi buraya getirilenler haliyle küresel cihad deneyimi olan insanlar, bunu öngörmemek büyük ihanettir, kasıtlı olarak bu yapılmıştır. Ya da ciddi bir cehalettir, öngörüsüzlüktür. Ben bunu öngörmediler diyemem, sonuçta onlar öngörmediyse benim gibi birçok yazar ve gazeteci uyardı. Ben daha başlarda bu işin bir Pakistan’laşma sürecine Türkiye’yi götüreceğini yazdım. Bunun da bedelini ödedim. Yani bugün işimden atıldıysam bu yazılarım yüzünden atıldım. Bunları yazdım diye bu hükümet bana bedel ödettirdi. Haliyle bilmiyoruz diyemezler. Burada ciddi sorumlulukları var.

Bir de Türkiye üzerinden yaşanan yabancı savaşçı akışı var?

Evet buraya gelenleri önce Özgür Suriye Ordusu diye bize yutturdular, kısa sürede ÖSO denen bu şapka kalktı. Bu topraklarda 30 binin üzerinden savaşçı oluştu. Bunlar bu hükümet yüzünden oluştu. Bu savaşçı akışının yüzde yetmişi Türkiye topraklarından oldu. Gaziantep, Hatay ve Kilis’ten oldu. Asker bana yardımcı olmazsa ben şimdi sınırdan rahat geçebilir miyim? Bu geçişler karakollar, gözetleme kulelerin olduğu yerlerden oldu. Biliyorum oraları tırlar geçiyordu. Böyle bir savaş düzeni oluşturuldu. Bu yüzden hükümet birinci derecede bu savaşın sorumlusudur. Bu cihatçı yapıların bu kadar palazlanması ve bu bölgeye kamp kurmalarından sorumludur hükümet.

ÖSO’dan bahsettiniz, ne oldu bunlara, nedir şuan durumları?

Belli bazı yerlerde varlık gösteriyorlar. Ama onlar artık savaşın esas taşıyıcı kolonları değiller. Şam ve Dera kırsalında, Halep’in belli bölgelerinde varlar. Bunların büyük bir kısmı da Suriye ordusuyla anlaştılar, silahlarını teslim etmediler ama savaşı bitirdiler, Suriye ordusu onlara saldırmıyor, onlar da bulundukları bölgelerde duruyorlar. Bazı yerlerde de Suriye ordusu ile birlikte hareket ediyorlar. ‘Bu savaş artık bizim savaşımız olmaktan çıktı’ diyorlar ama silahı bıraktıklarında başlarına ne geleceğini bilmiyorlar, o yüzden böyle bir pazarlık sürecine girmiş oldular.

Asıl savaşı yürüten bizim sınırlarımızda, İsrail sınırlarında Nusra Cephesi ve onun en büyük müttefiki Ahrarur Şam. Bir de Türkiye’nin desteklediği irili ufaklı çok sayıda gruplar var. Türkmen gruplar, Nurettin Zengi,  bunların asıl besleyen Türkiye, Suudi ve Katar paraları. Bunun dışında İşid. Bir de hem Suriye ordusuna hem de İşid’e karşı cephe almış Fetih ordusu, şimdi İslam ordusu diye bir grup oluşturdular. Bunlar sahanın etkili grupları.

Batılı güçlerin bunlara desteği devam ediyor mu?

Batılı güçler oyunda kalmak için nispeten bunlara destek veriyor halen. Nusra dışında diğerlerine halen silah akışı var. ABD tarafının silah akışı çok etkili değil. Ama Türkiye üzerinden gönderilen çok sayıda etkili silahların olduğunu biliyoruz.

Kürtlerin durumuna gelirsek. Kürtler mevcut pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürtler tarihin en kritik döneminde üstelendikleri bir rol var. Bu rol kendisini dayattı. Ve Kürt realitesini ve İşid’e karşı savaşan en etkili güç olarak kendilerini kabul ettirdiler.  Hem Avrupa’da önemli bir meşruiyet alanı açıldı, Amerika ile bir ortaklık gelişti. Bu Kürtler adına tarihsel bir kazanımdır. Bir de Kürtlerin farklı bir siyasi alandan gelmiş olmaları yeni bir durum yarattı.

Bu noktada Kürtlerin yarattığı sistem bir model olabilir mi Suriye için?

Ortadoğu’da bir değişim sancısı yaşanırken, birden bire bunun alternatifi olarak cihatçı selefiler ve İşid ortaya çıktı. Karanlık bir model bu. Kürtler ise bu karanlık ortamda farklı bir model ile, Ortadoğu açısından son derece ileri sayılabilecek bir çıkışta bulundular. İleriye dönük te Suriye’nin geleceğinde örneklik teşkil edebilmesi açısından da heyecan verici bir boyut arz ediyor. Kürtlerin bu başarısı 80’lerden beri olan ciddi önyargıların ötelenmesini sağladı ve toplumsal bir mutabakat zemini oluşturdu. Hem kendinizle ilgili önyargıları kıracaksınız, hem tarihsel olarak bir biriyle sorunlu olan halkları bir pota içerisinde buluşturacaksınız. Bunlara ortak bir gaye vereceksiniz, bunlar çok önemli başarılar.

Bu başarının kalıcı hale gelmesinin önünde engel ve riskler var. Bu riskleri hem dış güçler hem de Rojava’daki aktörler iyi analiz edilmeli. Rojava’nın bugünkü başarısının temel unsurlarını göz ardı ederlerse bu başarı hızla duvara toslar. Yani ordaki işbirliğini sağlamak, yereldekileri merkeze taşımak, paylaşmak, insanların kültürel haklarını korumak çok önemli.

Bunun dışında etnik mezhebi kırılgan hatlar üzerinden bir model oluşturuyorsunuz, bu birliğin nedenini unutmadan hedefi ona göre büyütmek lazım. Eğer Kürtler sadece ve sadece kendileri için bu modeli bir kazanca dönüştürürlerse, diğer halkları görmezden gelirlerse, maalesef feci şeyler olabilir.

Böyle bir risk var mı?

Belli kötü sinyaller geldi, ancak bununla hesaplaşıp yüzleştiler. Belli hatalar yapıldı, ama bu hatalar politikaya dönüşmedi. Taktiksel dönemsel hatalar oldu.Politikaya dönüşmesi tehlikeli olurdu.

Kürtler çok daha realist bu konuda. Kendi poziyonlarını, kapasitelerini, sınırlarını biliyorlar. Çünkü bölgenin gerçekliğini iyi analiz etmek lazım, o bölgedeki Arap varlığının, Hristiyan varlığının, o bölgede rejimin kurduğu kanalların, Kürtler gayet farkında. Eğer oyun tersine dönerse, Kürtler  Suriye ordusuyla savaşma tercihinde bulunurlarsa, bu savaşın yansıması Rojava’da bazı çadırtamalara yol açabilir.

Ya Kürtlerin Tercihi dışından böyle bir savaş gelişirse?

Evet bu risk var. Ben ABD’nin sadece İşid çerçevesinde Kürtler ile ittifak kurduğunu söyleyemem. Kısa vadede İşid var. Orta ve uzun vadede farklı bazı hedefleri var. Bölgenin yeniden şekillenmesinde Kürtlere atfettikleri, veya Kürtler üzerinden gerçekleştirdikleri ittifakın önemli olduğunu düşünüyorlar. Kürtler Amerika’nın oyununda yer alacaklar mı almayacaklar mı? Eğer Amerika’nın oyununda yer alırlarsa bu dava hızlı bir şekilde aleyhlerine sonuçlanabilir ve kendi iradeleri dışında bir göbeğinde kendilerini bulabilirler. Bu tehlike bugün için var demiyorum, ama sonuç itibariyle yarın İşid ve diğer gruplarla bu savaş biterse Kürtlerin statüsünün geleceği masaya gelecek. O zaman Suriye yönetimiyle de bir müzakere süreci başlayacak. Bu müzakere süreci çok kritiktir. Kürtlerin ya da Suriye yönetiminin izleyeceği politika burada savaş mı ya da müzakere ile bir barış mı, bunu tayin edecek. Ayrıca Türkiye de burada bir küresel aktör olarak Kürtlerle ilgili kazanımları hazmedemeyen bir aktör olarak bozucu bir etken olarak devreye girmek için fırsat kollayacaktır.

Geçmişte Barzani üzerinden bir takım müdahaleler oldu. İşid ve Nusra gibi gruplar üzerinden doğrudan müdahaleler oldu. Türkiye içerisinden örgütlenen bir takım Fırat Cezire kurutuluş cephesi gibi birtakım askeri yapılanmalarla Rojava’ya müdahale etme girişimleri oldu, bunlar başarılı olamadı. Bu devletin Kürt fobisinden beslenen ideolojik yaklaşımı değişmezse bu denemeler devam edecek.

Başka bir şey eğer Suriye siyaseti değişir de Şam-Ankara arası bir barış sağlanırsa, bu durumda da Şam’ın politikalarını Kürtlere karşı etkilemek için de Türkiye’nin bir takım denemeleri olacaktır. Hepsi risktir. Bu riskler nedeniyle Rojava’daki özerkliğin bir sınanmaya ihtiyacı var. Yani bu ihtiyaç kendi dinamiklerinden kaynaklanan bir ihtiyaç değil, bölgenin kendi dinamiklerinden kaynaklanan risklerden dolayıdır.

Bir sınav verecek, bu sınav olacak onu bilmiyoruz. Ama çok önemli bir tecrübe oluştu, çok önemli bir dinamik ortaya çıktı. Hiç kimse bu dinamiği göz ardı edemiyor. Suriye de edemez, Türkiye de edemez. Amerika zaten bu dinamiği değerli bulduğu için Türkiye’ye rağmen hemen Kürtlerle ortaklık kurdu.  Esasen Barzani yönetimi de bu gerçekliği kabullenmek zorunda ve kabul ediyor da.

Ama halen Barzani’nin Rojava Politikasında ciddi bir değişiklik göremiyoruz. Kabullenmiş gözükmüyor?

Bunun iki nedeni var, birinci farklı bir model. Güney Kürdistan’daki modele özü itibariyle  uymuyor. Bu  model tabana hitap eden bir model. İşin içine taban girdiği zaman klasik güç dengelerini etkileyen bir sonuç çıkıyor. Şimdi Aşiret ya da aile bağları üzerinden gelişen siyasetler bu tür taban hareketleri ya da ideolojik daha perspektifleri olan hareketler karşısında kendilerini güvende hissetmiyorlar.

Bir de önemli ölçüde Türkiye etkisi var. Barzani Bağdat’la kavga ettiği zaman Türkiye onlar için ekonomik ve benzeri nedenlerle bir nefes borusu.  Türkiye’yi göz ardı edemiyorlar. Hem içerden hem de türkiye’den baskı var, ama bir taraftan da esasen  içeride korku var. Goran hareketi, YNK ve diğerleri Rojava siyasetini önemli ölçüde eleştirdi ve meclisi de arkalarına alarak Rojava lehine bir takım adımların atmasını sağladı. Bu durum Barzani üzerinde müthiş bir baskı yarattı.

Şengal başlı başına büyük bir utanç kaynağı haline geldi. Orada YPG’nin HPG’nin üstlendiği rol, Kürdistan halkını çok etkiledi, Ezidileri çok etkiledi. İşid Erbil’e geliyor diye insanlar panik halindeyken Gerilla davet edildi ve gerilla moral vermek için şehre geldi. Bunlar haliyle Barzani üzerinde siyaseten baskıyı artırdı.

Bir de Rojava Peşmergesi meselesi var?

Barzani burada süreci etkileyebilmek için bu gücü oraya göndermek için çok uğraştı. Ama bu gücün sayısı kapasitesi tabi ki abartılıyor. Bu güç YPG içerisinde olmak kaydıyla gitmiş olsaydı bu iş bu noktalara gelmezdi. Tabi burada YPG de yegane güç olmak istiyor, Yani Güney Kürdistan’daki gibi YNK peşmergesi, KDP peşmergesi gibi ikili bir güç istemiyor. Ama bana göre bu çok büyük bir mesele değil.Şu bir gerçek YPG o bölgede 1500 kişi ile başlayıp 50 bine varan bir güce ulaştı. Şimdi bu güç kendisini ispat ettikçe meşruiyeti ile ilgili sorular anlamsızlaşıyor. Türkiye bu Rojava Peşmergesi meselesini çok köpürtüyor. Ama sayıları bile halen net değil.

Son olarak, PYD muhaliflerinin Urfa’da yaptığı bir toplantı vardı. Bu gruplar ne yapmaya çalışıyor?

Benim bildiğim kadarıyla oradaki unsurlar doğrudan ENKS’ye bağlı unsurlar değil. ENKS’nin baştan beri tutumu Rojava’daki oluşumun dışında kalmalarına yol açtı. Kendilerinin Türkiye ile aynı dalga boyuna düşmeleri, orada savaş olurken, İşid saldırırken, El Nusra saldırırken, onların meseleye Ankara’nın baktığı yerden bakmaları kendilerinin kaybetmesine yol açtı. Trene binmek için şansları vardı Duhok anlaşması ve Erbil anlaşması vardı, bu şansı da değerlendiremediler. Bunları iyi değerlendiremediler.

Ben tarihsel olarak PYD ile farklı yerdeler, programları farklı, çözüm önerileri farklı, ancak bir şekilde PYD ile ilişkileri geliştirip bu sürecin bir ortakları olabilselerdi, belki Rojava’nın geleceğinde daha iyi bir yerleri olabilirdi. Ama bu tarihi dönüm noktasında Rojava’da kaybettiler. Zaten ENKS’nin birçok bileşeni de artık ENKS ile hareket etmiyor. Bir kısmı kanton yönetimlerine katıldı. Ben bu saatten sonra onların bir aktör olarak varlık göstereceklerini sanmıyorum.

 

 

CATEGORIES
Share This