Kadınlar Erkek / Devlet şiddetine karşı sokaklarda

Kadınlar Erkek / Devlet şiddetine karşı sokaklarda

HEVİ CAN KARDU

59 yıl önce Dominik Cumhuriyeti’nde faşist Trujillo diktatörlüğüne karşı özgürlük mücadelesi yürüten, insan hakları ve demokrasi için ses yükselten, bu nedenle Trujillo tarafından “terörist” ilan edilen Mirabel kız kardeşler, kod isimleriyle “Kelebekler”, diktatörlüğün askerleri/çeteleri tarafından cinsel saldırıya uğradıktan sonra sopalarla dövülerek öldürülmüşlerdi. Öldürüldüklerinde Patria 36, Minerva 34, Maria Teresa ise 24 yaşındaydı. Erkek/devlet şiddetinin yarattığı bu cinayetler, basına “kaza” olarak yansıtılmıştı. İnsanlık tarihinin bu utanç gününün tarihi 25 Kasım 1960 tır. Ama insanlık bu tarihten önce de utanıyordu ve sonra da utanmaya devam etti.

Bu utanca karşılık, o günden beri de birçok ülkede kadınlar kararlılıkla sokaklara çıkıyor, erkek/devlet şiddetine karşı seslerini duyuruyor, mücadeleye çağırıyor. 1981’de Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın kurultayında aktivistler; 25 Kasım’ı, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kabul etti. Daha sonra 1999 yılında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu bu günü “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” ilan etti.Kadınlar erkek şiddetine her gün, her an, her alanda, her yerde maruz kalıyor. Konuştuğumuz dilde, okulda, üniversitelerde, işyerlerinde, mecliste, sokakta, tüm yaşam alanlarında sürekli erkek şiddetinin çeşitli formlarının yeniden ve yeniden üretildiğine tanıklık ediyoruz.

 

KADINLARIN SESİ SUSTURULMAK İSTENİYOR

Türkiye’de seçilmiş kadın milletvekillerinin tutuklanmasının kadın iradesine yapılan bir saldırı olduğunu biliyoruz. Kadına karşı şiddetle ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele eden onlarca kadın derneğinin kapatılmasıyla, sivil inisiyatifin ve kadınların özgürlük ve eşitlik talebiyle örgütlenmesinin engellenmek istenildiğini biliyoruz. Kadın odaklı habercilik yapan kadın haber ajanslarını kapatarak kadınların sesinin susturulmak istendiğini biliyoruz. “Ölmek istemiyorum” çığlığını sosyal medyada tüm toplumun “izlediği” Emine Bulut’un başına gelenin münferit bir suç olayı olmadığını, asıl suçluların kadını düşman gören erkek egemen zihniyetin, kadınları koruyamayanların ve “duyulmayan” ya da “izlenmeyen” diğer kadın cinayetlerine sessiz kalanların olduğunu biliyoruz.

 

2018 YILINDA 440 KADIN KATLEDİLDİ

“İyi hal” indirimleriyle düşürülen cezaların, ilk imzacısı olmakla övünülen İstanbul Sözleşmesinin uygulanmamasının hukuk ve adaletle ilgisi olmadığını, kadını aşağı gören ve erkeği koruyan eril siyasi zihniyet olduğunu biliyoruz. 2018 yılında yaşanan toplam 440 kadın cinayetinin kadınla değil, “erkeklik”le ilgisi olduğunu biliyoruz. Kadın cinayetlerine karşı yapılan devlet girişimlerinin kadını korumak yerine aileyi korumaya yönelik olmasının cinsiyetçi ve muhafazakar devlet politikası olduğunu ve kadını asla koruyamayacağını biliyoruz. Kadın sığınmacıların, göçmenlerin kayıt dışı ve güvencesiz çalıştırıldığından, emek sömürüsünden, fuhuşa zorlandığından haberdarız. Sığınmacı kız çocuklarının erken yaşta ve para karşılığı evlendirilmesinin kültürle bir ilgisi veya zor durumda olan sığınmacıların tek ve zorunlu seçimi olamayacağını, bunun ticari cinsel sömürü olduğunu, bunun savaştan kaçan insanları, çocukları istismar eden erkek şiddeti olduğunu ve kadının ve kız çocuklarının en ağır sistematik cinsel şiddete maruz kaldığını biliyoruz.

 

KADINLARIN GÜCÜNDEN KORKUYORLAR

Erkek egemen sistemin devlet aygıtlarının daima kadını hedef alması tarihsel varoluş yöntemidir. Küresel faşist ve emperyalist liderlerin ülke içi ve dışında yürüttüğü militarist işgalci politikaları ile kadınları katlederek toplumları yurtsuz, tarihsiz ve geleceksiz bırakmaya çalıştıklarını biliyoruz. Kuzey Suriye ve Rojava’da kadınlara yapılan zulmün, işkencenin, her türlü şiddetin kirli bir savaş politikası olduğunu, kadına yönelik şiddetin bir savaş silahı olarak kullanıldığını biliyoruz. Kendi demokratik ve özgür yaşam alanlarını kuran ve savunan kadınların, Hevrîn Xalef, Aqîde Ana ve Amara Renas’ın katledilişleri erkek egemen sistemin kadınların örgütlü gücüne yaptıkları bilinçli, sistematik şiddetin sembolleridir. Kadınların gücünden korkan eril zihniyetin kadın özgürlük mücadelesine ekonomik, sosyal, ekolojik, kültürel, siyasi, tüm alanlarda saldırdığını görüyoruz.

 

İNGİLTERE’DE ŞİDDET YAYGIN

Sadece Türkiye’de, Ortadoğu’da değil, kadınlar dünyanın her yerinde erkek şiddetine maruz kalmaktadır. “Demokrasi beşiği”, “gelişmiş” veya “medeni” toplumlarda da kadınların katledildiğini, ayrımcılığa uğradığını, bu nedenle erkek şiddetinin sadece az gelişmişlikle ya da eğitimsizlikle açıklanamayacağını çok iyi biliyoruz. İngiltere’de ve Galler’de her 4 kadından 1’i hayatlarında aile içi şiddete uğramakta ve haftada 2 kadın şu anki veya eski eşi tarafından öldürülmektedir. Her 5 kadındanbiri 16 yaşından sonra herhangi bir cinsel şiddete maruz kalmakta, her yıl yaklaşık 85.000 kadın tecavüze uğramakta, ve 400.000’den fazla kadın cinsel saldırıya uğramaktadır.

ORTAK MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUZ

Tüm kadınları erkek/devlet şiddetine karşı isyanını, adalet, özgürlük, eşitlik ve barış taleplerini haykırmaya, dayanışmaya ve ortak mücadeleye çağırıyoruz. Dünyanın her yerinde, kadın dayanışmasına mühür vurulamayacağını, kadın iradesinin hapsedilemeyeceğini, kadın yoldaşlığının barış, umut ve onur olacağını göstereceğiz.

23 Kasım Cumartesi gecesi Londra merkezde düzenlenen gece yürüyüşüne (Reclaim the Night) katılıyor, erkek/devlet şiddetine karşı sokakları işgal ediyoruz. Önemli bir not, Gece Yürüyüşü sadece kadınlarındır. Toplanma yeri: Hanover Square, London, W1

25 Kasım Pazartesi akşam saat 18:30’da Piccadily Circus’ta Direniş Gecesi (Night of Resistance) eylemine katılarak Kuzey Suriye ve Rojava’lı kadınların direnişine ve özgürlük mücadelesine sahip çıkıyoruz.

Yaşasın kadın dayanışması. Her bijî piştevaniya jinan. Long live women’s solidarity.

CATEGORIES
TAGS
Share This