Sevgili gelecekteki ben, seni çok seviyorum!

Sevgili gelecekteki ben, seni çok seviyorum!


Küçükken anneannem mor eteğimle sokakta oynamama izin vermezdi. Taytlar pantolonlar geçirip çıkardım üzerime. Etekli, sarışın kızlara bakıp özenirdim. Sanki o eteğin yokluğu beni görünmez yapıyordu. Mahalle maçı yapan oğlanların ilgisini çekmiyor, bir türlü dönüp bakılacak kadar güzel hissetmiyordum. Güzelliğin defter arasına kalp çarpıntısıyla bırakılmış akrostiş bir şiire, teneffüs aralarında kız kıza kikirdemelere, gizli bir bilginin yarattığı adına arkadaşlık dediğimiz ortaklıklara yol açtığı zamanlardı. Güzellik nasıl da her şey demekti! Bir de çalışkan öğrenciysen! Matematiğe kafan basıyor, hücreleri mikroskopla gözüne sokmaları gerekmeden uzaktan tanıyorsan.

Ben mikroskopla görmeden inanmayanlardandım. Hayal gücüm bir rapunzel saçlı prenseslere, bir de şu suya bile karışan hidrojenle oksijene kızgındı. Başka şeyler hayal ediyordum. Sonu hep bir sahnede ödül aldığım, bazen yazar, bazen fen bilimlerini parmağında oynatan bir profesör, bazen de dünya şampiyonu ilk kadın futbolcu olduğum düşlerle bitiyordu. O zaman herkes mecburen fark edecekti beni. Mahalle maçı neymiş, ben dünya şampiyonu olmuştum. Üstelik birkaç dilde röportaj veriyor, İngilizce öğretmeni ‘’repeat after me’’ diye sınıfta öfkelenedursun, dünya basınını kendime hayran bırakıyordum. Bu hayallerin sabahı koşa koşa aynaya baktığım ve yine nalet olası gözlerimin yeşil oluvermediği gerçeğiyle kararıyordu.

Dokuz yaşında neredeyse her gün bilim kadını ya da ünlü bir yazar olma düşüyle daldığım uykulardan kahverengi çekik gözlerle uyandım. Hangisi benim düşümdü, hangisi renkli gözlü Barbie bebeklerden kalmıştı? Baktım gözlerimin bir sabah yeşil, mavi, hadi en olmadı elaya döneceği yok ben de çalışkan olmaya karar verdim. Dünyanın en çalışkanı! Matematikten din bilgisine bütün konuları ezberleyip, durmadan yıldızlı beş almaya başladım. Yeşil gözlü olmaktan biraz daha zordu tabii. Yeri geldiğinde uzun duaları bile hatasız okumayı, yirmi beş soruluk testlerden en fazla iki yanlış çıkarmayı gerektiriyordu. Profesörlüğe dair hayallerimi ardı arkası gelmeyen konu testleriyle rafa kaldırdım. Elli yaşında bile, laboratuvarımda buluşlar yapmak isterken beni rahat bırakmayacaklar, ikide bir test çözdüreceklerdi demek bana. Bilim benim için dört şıklı test sorusu demek oldu.

Çalışkan olunca çok sevildim. Öğretmenler yere göğe sığdıramıyor, kopya timi sınavlarda etrafıma denk gelebilmek için çırpınıyordu. Başkalarıyla aynı suçu işlediğim halde cetvelle avucuma vurulmadı. Hatalarımda annemle babamı arayacağını söyleyerek tehdit etmedi müdür yardımcısı. Ben yine de hata yapmadım. Ya biterse korkusuyla. Ya beni de matematikten 1 alanlar gibi arka sıralara atarlarsa diye. Şimdi düşünüyorum da nice güzel yetenek, belki ressam, en hakikisinden bir şair, bir zanaatkâr ya da sadece kendine inanan bir insan olabilecek niceleri arka sıralara atılarak etkisiz eleman, istenmeyen bir hayalet olduğuna inandırılmıştır.

İlkokul yıllarında o dönem televizyonda denk geldiğim bir filme öykünerek olsa gerek, yirmi yıl sonra açmak üzere bir mektup yazmışım kendime. “Sevgili gelecekteki ben” diye başlıyor mektup. “Mutlaka çalışkan olmalısın!” Hayata dair keşfettiğim bu şahane bilgiyi heyecandan devrilen cümlelerle tekrarlayıp durmuşum. Hata yapmayacak, çok çalışkan olacak, en iyi okullarda okuyacak, böylece sevilecekmişim. İnsan sevilmeye ne hasret, hem de her yaşta. Biraz gözlerim doldu ne yalan söyleyeyim. Keşfettiği çok gizli hayatta kalma iksirini gelecekteki haliyle paylaşan küçük kızı bulup sarılmak istedim. Onun elinden tutacak, bu kadar kafaya takma diyecektim. Düşeceksin, hayatının en büyük başarısızlığı sandığın başarısızlıklar yaşayacaksın. Çalışkan olmakla engelleyemeyeceğin yaralar alacaksın. Hayat keşfettiğini sandığından biraz daha çetrefil çıkacak. Bazen bir festival, bazen korku filmi. Korktuğunda gözünü sımsıkı kapayacaksın, yine de yok olup gitmeyecek. Orada dikilip seni mücadeleye çağıracak. Gideceksin sen de. Bata çıka, düşe kalka. En kötü halinde de seni seven çıkacak. Hem de sırf düzgün doldurduğun sınav kâğıdına göz ucuyla bakabilmek için değil, yalnızca sen olduğun için.

Bugün yirmi yıl sonra okumak üzere başka bir mektup yazdım kendime. “Sevgili gelecekteki ben!”, diye başladım, “seni çok seviyorum”. Başına bin bir türlü iş gelmiş olmalı. Eminim elinden geleni yapmışsındır, üzülme. Bugün elimde geleceğini mükemmel kılacak harika buluşlar yok. Belki de hiç olmadı. Gelecekteki hali mutlu olsun diye mektup yazan o masum inançta saklı büyük sır. İnancın hala baki mi? Öyleyse devam. Hayatı kestirilemez olduğu için tutkuyla sevmedik mi?

Görsel: PING ZHU
Kaynak: 5Harfliler
CATEGORIES
TAGS
Share This