Kutlu Adalı gerçeği ve Türkiye’nin Kıbrıstaki kirli oyunları

 Kutlu Adalı gerçeği ve Türkiye’nin Kıbrıstaki kirli oyunları

TC devletinin,Kıbrıslı faşist kanallar ortaklığıyla Kıbrısta katlettiği sayısız önemli isim arasında,  St. Barnabas İncil’ini araştırması ve Türk derin devleti tetikcileri tarafından katledilip 20 yıldır faili mechul ilan edinilmesi ile öne çıkan Gazeteci-Yazar Kutlu Adalı’yı ve Kıbrıs Türkünün, Türk yönetimlerinden çektiği zulmü okuyucularımız için araştırdık.

Araştırma Dosya – Erem Kansoy

Kutlu Adalı cinayeti, Kıbrıs’ın kuzeyinde 1974 sonrası Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından oluşturulan rejimin, asker, mafya ve devlet bağlamında en bariz örneklerinden birisidir. Geçtiğimiz hafta 20 Temmuz günü, ada TC devleti işkalinde bçlünmüşlüğünün 42. Yılına girdi.

Kıbrıs adası gerek stratejik konumu gerekse tarihi zenginliği ile tarih boyunca herzaman dış güçlerin ilgi odağı olmuştur. Ortadoğu’da adeta yüzen bir savaş gemisi gibi dış güçler tarafından kullanılan adanın yakın tarihinde ise Osmanlı imparatorluğu ile başlayan, İngiliz sömürgeciliği ve Türk yönetimi ile devam eden uluslararası bir politik kriz Kıbrıslıların üzerine kara bulut olarak çökmüş durumda.

 Kutlu Adalı gerçeği ve Türkiye’nin Kıbrıstaki kirli oyunları 3

Kıbrısn yakın tarihinde 1974 yılıyla başlayan TC işkali ise bir çok sayısız kirli oyunun başlangıç noktası olarak bilinsede adada Türk zihniyeti ile hazırlanmış çıkar oyunları 1950’li yıllarda başlamıştır. İngiltere, Yunanistan, TC, Vatikan, Amerika, İsrail gibi güçlerin ada üzerindeki çıkar oyunları ise tarihsel süreçte Kıbrıslıların yok oluşunu hızlandırmıştır.

Kıbrısın karanlık yıllarında tüm gerçekliği ile parlayan sayısız detay 1974 yılındaki adaya yapılan Türk müdahalesi ile çok uzun yıllar saklanılmayı başarsada, Kıbrıs toplumlarının dönüm noktası olan bir çok yaşanmışlık günümüzdesu yüzüne çıkmaya devam ediyor. Uzun yıllardır baskı ve izolasyonlar ile ambargolar altında yaşam sürdüren Kıbrıs Türkü acı gerçektirki Türkiyenin gazabına uğrayarak Kıbrıslı Rumlardan daha şansız bir yaşam sürdürmüştür. Faşist saldırılar, katliamlar ve soykırımlar ile tarihinde övünen Türki zihniyet 1974 sonrasında adayı bölmesi ile işe koyularak bu tarihten itibaren Ortadoğu, Akdeniz ve Avrupa ile ilişkili kirli oyunlarını Kıbrıs üstünden yürütmeye başladı.

Elbette dişi kanlı bu zihniyet ve yönetimler emellerine ulaşmak için Kıbrıslılarıda katletmiş, asimile etmiş ve Türkleştirme politikaları ile ambargolar altında bırakmıştır.

Var olduğu dönemlerde Osmanlı imparatorluğu adaya gemileri ile çıkartma yapıp işkalci zihniyetle adaya hükmetti, daha sonraki dönemlerde ise ada İngilizlere olan borçtan dolayı İngiliz krallığına kiralanmış ve bir İngiliz kolonisi haline dönüştürlmüştür. Adanın yerlileri olan, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin, her ne kadarda kendi kendini yönetemediği bir tarihleri olsada Kıbrısta, Kıbrıslı toplumların ortak yaşantıları İngiliz sömürgeciliğinin son bulmasıyla noktalanır.

Faşist İngiliz sömürgeciliğine karşı maden ocaklarında işçi haklarını savunan grev ve eylemleri, hasat zamanı köylülerin dayanışma örneği, iki toplumlu folklerik özellikler ve kültür bütünleşmesi ile oluşan ortak dil, binlerce evlilik, adadaki taşınmaz mal ortaklığı ve şehirleşmedeki tapulandırmalar günümüzde halen Kıbrısta ortak yaşamın tarihte izlerinin kanıtı olarak öne çıkarken, bugünün şartlarında ise adaya bölünmüşlük hakim.

Kıbrısın tarihi sürecinde öne çıkan dönüm noktaları ve bilinmesi gerekenler

1950’li yıllardan itibaren Kıbrıs’ın önemini arttıran temel faktörlerden biri Ortadoğu petrolleriydi. Bir diğer faktörse Kıbrıs’ın yine aynı bölgedeki karışıklıklara yakın olması nedeniyle müdahale olanağı sunuyor olmasıydı. Doğu Akdeniz’deki üslerini tek tek kaybeden İngiltere açısından Kıbrıs’ın önemi çok büyüktü. Türkiye ile Yunanistan 1952 yılında NATO’ya üye olmuştu. Mevcut statükonun korunmasından yana bir tutum takınan TC, Kıbrıs meselesi yüzünden Yunanistan’la karşı karşıya gelerek, NATO üyeliğini tehlikeye atmak istemedi. Ayrıca NATO’nun yarattığı anti-komünizm dalgası da, iki devlette de ağır basıyor ve politikayı daha çok bu histeri tayin ediyordu

1954’te Yunanistan, İngiltere’nin Kıbrıs’ın “kendi kaderini tayin hakkını” tanıması için Birleşmiş Milletler’e başvurdu. Yapılan görüşmelerde Türkiye, adanın İngiltere’ye ait olduğunu belirterek İngiltere’nin yanında saf tuttu ve başvuru reddedildi.

1957 başlarında ateşkes ilân eden EOKA, Makarios’un serbest bırakılmasıyla silahlı eylemlerini geçici olarak durdurdu. Öte yandan, aynı aylarda NATO da, Türkiye ile Yunanistan arasında “arabuluculuk” yapma bahanesiyle adaya el attı. Bundan sonra süreç hızla ilerleyecek ve tertiplerin ardı arkası kesilmeyecekti. 27 Ekimde Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonunun başına eski savcı yardımcısı Rauf Denktaş getirildi.

29 Kasımda Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) ilk bildirisini dağıtarak adını duyurdu. Bir yıl sonra EOKA tekrar faaliyete geçerek saldırılarını arttırdı. Buna karşılık TMT de Rumlara savaş ilân etti. Ne var ki TMT’nin hedef aldığı kitlenin içinde, adada barışı ve bağımsızlığı savunan Türk emekçiler de bulunuyordu. Kıbrıslı Rumların ve Türklerin ortak düzenledikleri bir mitingin ardından, TMT, sendikalı Türk işçileri katletmeye başladı.

Solcu Rum işçiler de söven Rumlarca katledildiler. Emperyalist planların hayata geçmesi için, daha önce barış içinde yaşayan işçi sınıfının ve emekçi halkların kardeşlikten, barıştan ve bağımsızlıktan yana tutumunun kırılması gerekliydi.

1959’da imzalanan Zürih-Londra Garanti ve İttifak Antlaşmalarıyla, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Kıbrıs anayasasının garantörleri olarak ilân edildiler.

1960’tan sonra Sovyet yanlışı AKEL’in adadaki oy oranı giderek artmaya başladı. Kıbrıs Cumhuriyeti, Bağlantısızlar Hareketi Zirvesinde kurucu üye unvanını aldı. Bağlantısızlar hareketi, SSCB’ye yakınlığıyla tanınıyordu. Bütün bunlar, Türkiye’yi ve adada emelleri olan tüm emperyalistleri korkuttu.

Bu “tehlike”nin yarattığı korku, Kıbrıs üzerinde oynanan oyunların daha da sertleşmesine neden olacaktı.

Kasım 1963’te cumhurbaşkanı Makarios anayasada 13 maddelik bir değişiklik yapmak istedi. Değişikliklerin çoğu, mevcut anayasaya göre Türk tarafına verilen hakları kısıtlayıcı nitelikteydi. Anayasa iki toplumun varlığına göre düzenlenmişti.

13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni (KTFD) kurdurttu ve basına Denktaş’ı oturttu. Aynı yıl yapılan anlaşmalarla güneydeki Türkler kuzeye, kuzeydeki Rumlar da güneye geçtiler ve ada halkı fiilen etnik kökenlerine göre iki ayrı bölgede toplanmak zorunda bırakıldı. 15 Kasım 1983’te ise bir adım daha ileri gidilerek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adında bağımsız bir devlet kurulduğu ilân edildi..

Böylece uluslararası alanda kimsenin tanımadığı kendinden menkul bir “cumhuriyet” oyunu sahneye koyulmuş oldu.

Türkiye’nin 1974 işgaliyle fiili durum yaratarak adayı bölmesinin ardından, Rum kesimiyle Türk kesimi arasında onlarca kez görüşme yapıldı ve bir türlü anlaşmaya varılamadı.

Türk devletinin kanlı eylemlerinden biri; 20 Temmuz 1974 Kıbrıs İşgali

Kıbrıs adasında 1974 yılı öncesinde 1950’li yıllara dayanan iki toplumu düşmanlarştırma ve koparma çalışmaları başlamıştı. 1960-63 yılları ise Yunan, İngiliz ve Türk derin devletlerinin politik oyunları ile tuzağa düşürülen Kıbrıslılar 1974 yılında ise Türk devletinin adaya ‘Ayşe tatile çıktı’ parolasıyla yaptığı çıkartma ile ada son halini almıştır. Bugün ada Yeşil Hat ile ikiye bölünmüş ve adada hem İngiliz hem de Birleşmiş Milletlere ait toprak parçaları bulunurken, Kuzey bölümde Türk yönetimi Güneyde ise Rum yönetimi mevcuttur. Kıbrıstaki bölünmüşlüğün sebebi ise Türk ordusunun bugün halen, garantörlük anlaşmalarına aykırı olsada adada askerini bulundurması ve işkalci konumunu korumasından kaynaklıdır.

İki toplumlumunda oy verdiği 2003 AB referandumu sürecinin ardından Kıbrıs, Kıbrıs Rum yönetimi çatısı altında tüm ada olarak AB’ye girsede, kuzey bölüm ‘işkal toprakları’ stattüsünü halen koruyor.

Kıbrıs Harekâti TSK kod adı: Atilla Harekâti,  20 Temmuz 1974’te Türk ordusunun Kıbrıs’ta başlattığı ve 14 Ağustos’ta Türk ordu Birlikleri’nin başkent Lefkoşa’ya girmesiyle sonuçlanan askerî işgal hareketi.

Kıbrıs’ı işgal eden Türk devleti adına Başbakan Ecevit, işgalin adına ‘‘Barış Harekatı‘‘ demişti. Her konuşmasında adaya ‘‘barış, kardeşlik, özgürlük‘‘ getirmek için çıktıklarını söyledi. 40 bin asker, zırhlı araç ve ağır silahlarla gerçekleştirilen bu işgal sırasında binlerce insan hayatını kaybedip, onbinlercesi sakat kalırken, 200 bine yakın Rum da topraklarından sürgün edildi.

Kıbrıs’ın Beyaz Torosları

Kutlu Adalı’nın katledildiği dönemde Mehmet Özbay sahte kimliğiyle dolaşan ve daha sonra meşhur Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın ve Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın Kıbrıs’ta bulunması tesadüf müydü? Susurluk kazası ardından kurulan TBMM Araştırma Komisyonu’nda görev yapan Fikri Sağlar’ın söyledikleri de, cinayeti Çatlı’nın işlediği şüphesini güçlendiriyor.

utlu Adalı da St. Barnabas Manastırı baskınıyla ilgili olarak Mendi’yi suçlamıştı. Katledilmesi, bu haberinin ardından oldu. Adalı, manastır baskınında KTSST’ye ait bir aracın kullanıldığını söylüyordu. Fakat meselenin üstü örtüldü. Korgeneral Mendi, bırakalım yargılanmayı, manastır baskınından ve sonrasındaki cinayetten dolayı hiç sorgulanmadı. Dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitti. AİHM heyetinin gelip sorguladığı Mendi, “bir teşkilat aracının PKK operasyonu için baskına katıldığını“ söyleyerek, Adalı’nın haberini yıllar sonra teyit etmiş oldu.

Mendi AİHM’e itiraf etti

Bu sorgulamayı 2003 yılının Haziran ayında, Lefkoşa ara bölgesindeki Ledra Palace Oteli’nde gerçekleştiren AİHM yargıçlarına Mendi, dava tutanaklarının 23, 24 ve 25. sayfalarına göre, şöyle söyledi: “Tabii Saint Barnabas olayı, Kutlu Adalı Bey’in vefatından yanılmıyorsam üç ya da dört ay önce basına yansıyan, size göre bir ‘olay’dı, bana göre bir faaliyetti. O olay ile ilgilli sadece bildiğim bazı şeyleri söylemek istiyorum. Saint Barnabas olayı ile Sivil Savunma Teşkilatı Başkanlığı’nı ilişkilendirme çalışmaları oldu. Hatta Kutlu Adalı Bey’in öldürülmesini ve Saint Barnabas’taki faaliyet ile ilişkilendiren kişiler oldu. Saint Barnabas, o dönem Barış Kuvvetleri Komutanlığı’mızın yaptığı huzura yönelik, teröre yönelik faaliyetlerden bir tanesiydi.”

Türkiye AİHM’de mahkum oldu

Mendi, ifadesinde kontrgerilla faaliyetleri yürüttüklerini açıkça ifade ediyordu. Bu dava sonucunda Türkiye, AİHM tarafından, cinayette adı anılan Mendi’yi hiç sorgulamadığı gerekçesiyle, 95 bin Euro para cezasına çarptırıldı. Bunun 20 bin Euro’su manevi tazminat, 75 bin Euro’su ise mahkeme gideriydi. Mahkeme ayrıca, Kutlu Adalı’nın eşi İlkay Adalı’nın Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki bir toplantıya katılmasını engellediği için de oy birliğiyle Türkiye’yi suçlu buldu.

Teyitli olay örgüsü

Eldeki teyit edilmiş bilgiler, şöyle bir olay örgüsü ortaya çıkarıyordu:

KTSST mensubu 15 silahlı ve maskeli kişi, 14 Mart 1996 akşamı, bir beyaz Toros, bir kırmızı Isuzu Jeep ve bir Vitara otomobille St. Barnabas Manastırı İkon ve Arkeoloji Müzesi’ne geldi. ‹ç nöbetçiyi saf dışı edip bir odaya kilitledikten sonra milyonlarca liralık ikonaların korunduğu tarihi müzeye girdiler. Müze dışında bulunan St. Barnabas’ın mezarını da kazarak 12 basamak aşağıya indiler ve dünyaca ünlü St. Barnabas İncili’ni çaldılar. Ardından müzeyi terk ettiler. (St. Barnabas İncili, Aziz Barnabas tarafından yazılmış ve İncil’de İsa’nın ilahlığı reddedilmişti. Bu nedenle Roma Katolik Kilisesi, bu İncil’i yasakladı. MS 325’e kadar İskenderiye’de saklanan İncil’in hem aslı hem de kopyaları yıllarca elden ele dolaştı. Asıl adı Joseph olan ve Kıbrıs’ın Salamis kentinde doğan Barnabas’ın ölümünden sonra ise İncil, adına yaptırılan Magosa’daki manastıra gömüldü.)

Bir iddiaya göre ise 1974’teki Türk işgali sırasında bir binbaşı, Rumlara ait ev, işyeri ve kuyumculardan çaldığı altın, elmas, pırlanta gibi “ganimetleri” St. Barnabas Manastırı’ndaki bir yere gömmüş, savaş ardından gelip almayı amaçlamıştı. Savaştan sonra generalliğe terfi edip emekli olan bu asker, aradan 21 yıl geçtikten sonra güvendiği bazı kişilere bu bilgiyi vermiş ve silahlı baskın bu nedenle gerçekleştirilmişti.

Mendi ‘bizzat’ tehdit etti

Kutlu Adalı, bir gazeteci olarak soygunun peşine düştü. Özellikle 23 Mart tarihli yazısı zehir zemberekti. Yazıda “generalin ganimetlerinden” bahsediyordu. bu yazı ardından tehditler art arda gelmeye başladı. Çok sonraları, 2003’te İlkay Adalı, o günlerde bizzat Galip Mendi’nin Yeni Düzen gazetesini arayarak tehdit ettiğini söyledi.

Kutlu Adalı’nın katledilmesine ilişkin Kıbrıs Türk Kesimi Meclisi’nde bir araştırma komisyonu kurulmuş; ancak bu komisyon, cinayetin üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen bir sonuca ulaşamamıştı. AİHM’deki kısmi ilerleme de İlkay Adalı’nın insan üstü gayretleri sayesinde olmuştu.

Her ne kadar kanıtlanamamış olsa da, Adalı’nın Türkiye’de sayısız cinayette rolü olan tanınmış faşistlerden Abdullah Çatlı tarafından öldürülüğü, geniş kesimlerce ifade ediliyor. Bu iddia, konuya değinen Türkiye veya Kıbrıs kaynaklı birçok kitapta da dile getirildi.

Adalı’nın katledildiği dönemde Mehmet Özbay sahte kimliğiyle dolaşan ve daha sonra meşhur Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın ve Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın Kıbrıs’ta bulunması tesadüf müydü? Çatlı’nın bu dönemde Kıbrıs’ta, Ömer Lütfü Topal’a ait bir otelde İsrailli bir kadınla birlikte olması, tesadüf müydü?

Fikri Sağlar’ın sözleri

Susurluk kazası ardından kurulan TBMM Araştırma Komisyonu’nda görev yapan Fikri Sağlar’ın söyledikleri de, cinayeti Çatlı’nın işlediği şüphesini güçlendiriyor. Sağlar, şöyle söylemişti: “1996 yılı Mart ayında St. Barnabas Manastırı İkon ve Arkeoloji Müzesi soyuldu, Barnabas İncili de çalındı. Soygunu araştıran Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı, olay gecesi manastıra gelen araç plakalarından, derin çete bağlantılarına ulaştı. Sonra tehdit edilip Uzi marka bir silahla öldürüldü. Biz Susurluk Komisyonu’nda Adalı’nın öldürüldüğü 7 Temmuz 1996 günü, Abdullah Çatlı’nın da Kıbrıs’ta olduğunu ve Mehmet Özbay kimliğiyle adaya giriş yaptığını belirledik. Kutlu Adalı’nın eşiyle de görüştüm, TBMM’ye önergeler verdim. Cinayetin faili bulunamadı ve Türkiye AİHM’den 95 bin Euro tazminata mahkum oldu.”

Irkad: Sömürgeciliğin cinayeti

Kutlu Adalı’yı yakından tanıyan müzisyen ve insan hakları gazetecisi Hamza Irkad ise, gazetemize yaptığı açıklamada, şunları söyledi: “Kutlu Adalı’nın Türkiye’deki birçok politikacı, yazar, aydın ve demokratla da yakın ilişkileri vardı. Mesela Deniz Baykal, siyasi olarak aynı düşüncelerde olmasalar da, çocukluk ve sınıf arkadaşıdır. Kutlu Adalı’nın, her ne kadar St. Barnabas olayına yönelik yazılarından dolayı katledildiği düşünülse de, altında başka politik nedenlerin de bulunduğu açıktır. Zaten kendisi de St. Barnabas olaylarını irdelerken olayın sömürgecilik bağlamında geliştiğini ve sömürge ile sömürgeci arasındaki ilişkilere bağlı olduğunu ortaya koymuştur.”

‘Çatlı öldürdü’

Cinayetle ilgili tüm delillerin, araştırmaların kısa süre içinde “tozlu raflara kaldırıldığını“ ve cinayetin “faili meçhul” olarak tanımlandığını kaydeden Irkad, şöyle devam etti: “Mevcut deliller, faili meçhul olmadığını, cinayetin içinde Özel Harp Dairesi ve Sivil Savunma’nın olduğunu göstermektedir. St. Barnabas olayıyla ilgili yazılarından dolayı o dönemde Kıbrıs’ta görevli olarak bulunan Galip Mendi tarafından resmen tehdit edildiği de biliniyor. Adalı’nın katledildiği gece bulunan tetikçilerden birinin Susurluk’ta hayatını kaybeden Abdullah Çatlı olduğu da su yüzün çıktı. Susurluk’ta ortaya çıkan deliller, suç unsuru mermilerin çıktığı Uzi marka silah başta olmak üzere başka bütün enstrümanlar, bunun kanıtlarını oluşturuyor.”

‘Başarılı da oldu…’

Yapılanların Kıbrıs’taki sömürgeciliğe ve Türk devleti işgaline karşı oluşan halk muhalefetini susturmaya ve baskı altına almaya yönelik olduğunu belirten Irkad, ekledi: “Bu, başarılı da oldu. TC yönetimi tarafından Kıbrıs, tamamen kirli işlere yönelik kullanılan, kirli işlerden kazanılan paranın aklandığı bir merkeze dönüştürüldü. Kıbrıs, Türk şovenizminin ve faşizminin beslendiği bir merkez olarak kullanıldı. Adanın bir faşist üretim merkezine dönüştüğü ortadadır.”

Ortadoğu’daki son gelişmelerle birlikte Kıbrıs’ın öneminin büyüdüğünün de altını çizen Irkad, Kıbrıs halklarının çözüm arayışlarının da bu nedenle halen kirli oyunlarla engellendiğini söyledi.

‘St. Barnabas’la düşünmek yetmez’

Yıllar boyunca Kıbrıs’ın bütünlüğü için çalışmalar yapan, bu amaçla çeşitli komitelerde yönetici konumunda bulunan, Kıbrıs’ın iki yakasındaki sol partiler ve sendikalarca tanınan bir isim olan, bir dönem gazetecilik de yapmış Derman Saraçoğlu da, Kutlu Adalı’nın katledilmesinin St. Barnabas olayı yazılarıyla sınırlı düşünülemeyeceğini belirtti.

“Cinayetin sebebi çok daha derinlerde” diyen Saraçoğlu, devam etti: “Kutlu Adalı, 60’lı yıllarda, Kıbrıs’taki BEY (Bayraktarlık, Elçilik, Yönetim) faşizmi döneminde uzun yıllar Rauf Denktaş’ın özel kalem müdürlüğü görevinde bulunmuş bir kişiydi. Adalı, Kıbrıs’ta Denktaş merkezli TMT ve Türkiye kaynaklı Özel Harp Dairesi ilişkilerinin canlı tanıklarından biriydi. Aynı zamanda bütün o süreçleri kapsayan geniş bir arşive de sahipti. Kıbrıs’taki, özellikle Türk toplumu içindeki pek çok antidemokratik uygulamanın ve ayrılıkçılığın, adanın bölünmesine yönelik Ankara-Denktaş planlarının ve icraatlarının tanıklarındandı.”

‘Makaleleri ilgiyle takip ediliyordu’

Aynı sürecin başka tanıkları da olduğunu ama Adalı’nın özellikle hedef seçildiğini belirten Saraçoğlu, bunun gerekçesini ise şöyle açıkladı: “Kutlu Adalı, o süreçlerin diğer tanıklarından çok farklı bir tutum almıştı. Önce özel kalem müdürlüğünden, ardından da Muhacerat Dairesi müdürlüğünden ayrıldıktan sonra, gazetelere yazdığı makaleler aracılığıyla, Kıbrıs Türk toplumuyla çok önemli, can alıcı konuları paylaşmaya başladı. Gerek geçmiş tanıklıkları gerekse de Kıbrıslı Türklerin içine itildiği girdabın nedenleri üzerine makaleler yazıyor, Yeni Düzen gazetesi aracılığıyla toplumla paylaşıyordu. Aydın, demokrat, yurtsever kimliğiyle Kutlu Adalı, hiçbir siyasi partiye üyeliği de olmamasına rağmen, toplumumuzda ilgiyle takip ediliyordu. Ağırlıkla Ankara-Lefkoşa ilişkilerindeki çarpıklığı gündeme getiriyordu. Kıbrıs’a Türkiye’den nüfus taşınmasına karşı çıkıyor, sonuçlarını irdeliyor, Kıbrıslı Türklerin başına gelecekleri birer birer anlatıyordu.”

Onurlu bir aydın itirazı

Adalı’nın son makalelerinden birinin “Havuç ve Sopa” başlığını taşıdığını aktaran Saraçoğlu, devam etti: “Bu makalesinde Ankara egemenlerinin Kıbrıs Türk toplumuyla olan tek taraflı, hükmedici ilişkisini mahkum ediyordu. Bu yönde onurlu bir aydın itirazı ile yazıyordu makalelerini. Kıbrıs Türk toplumunun ada üzerinde varlığını koruyabilmesinin tek yolunun Ankara ile arasındaki bu onursuz ilişkiye karşı çıkmak ve Kıbrıslılar arasında barışı savunmak olduğunu söylüyordu. Ve bu ‘çok tehlikeli, milli davaya zararlı’ fikirleri topluma yaymakta olan şahıs, davanın avukatı Rauf Raif Denktaş’ın eski kalem müdürüydü! Arşivi biliniyordu. Henüz ifşa etmemiş olduğu pek çok bilgiye sahip olduğunu da en iyi onu sokak ortasında, Uzi makineli silahlarla kurşunlatanlar bilmekteydi. Özel Harp Dairesi çeteleri ve yerli işbirlikçilerinin ayak izleri, Kutlu Adalı’nın katledildiği sokağın başında duruyor. Adalı’nın öldürülmesiyle birkaç kuş birlikte vurulmuştu o günlerde. Yurtsever güçlere sembolik bir hedef seçilerek gözdağı verilmek istenmiş, toplum sindirilmek istenmiş ve Adalı’nın makalelerinden, kimileri için potansiyel tehlike oluşturan arşivinden ve hatılarından kurtulunmak istenmişti.”

‘Arşivinden ve hatıralarından da korktular’

Kutlu Adalı’nın katledilmesinin 20. yılında, Kıbrıslı gazeteciyi, cinayeti ve soruşturma sürecini, yakın arkadaşı müzisyen ve insan hakları savunucusu Hamza Irkad ve Kıbrıs’ın bütünlüğü için çalışan önemli isimlerden Derman Saraçoğlu’na sorduk. İlkay Adalı’nın cinayetten bir süre sonra anlattıklarını da olayın aydınlatılmasına sunduğu katkı açısından hatırlatıyoruz.

Sözlerine, “Kutlu Adalı mükemmel bir insandı” diyerek başlayan İlkay Adalı, şöyle devam etti: “Çok iyi bir eş ve çok iyi bir babaydı. Çocuklarına çok düşkündü. Çok yoğun çalışıyordu. Ailesiyle birlikte dört yaşındayken Antalya’ya göç etmişlerdi. Ailesi bir süre sonra geri döndü. Kutlu da 18 yaşında tekrar Kıbrıs’a geldi. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nu kurdular. Nacak gazetesinde yazı işleri müdür olarak çalıştı. Cemaat Meclisi’nde basın irtibat sorumlusu oldu. Genel sekreterelik ve müsteşarlık yaptı. Rauf Denktaş’ın özel kalem müdürlüğüne kadar yükseldi.”

Telefonda karşı tarafı bekliyordu…

Adalı’nın “tam bir mücadele insanı” olduğunu ve bir süre sonra haksızlıklara boyun eğmeyerek yazmaya başladığını anlatan İlkay Adalı, olay gününü ise şu sözlerle anlattı: “Olay günü İstanbul’a gitmiştik. O, evde yalnızdı. Kız kardeşine yemeğe gidecekti. Telefon ettim. Telefonu açtı ve bir süre konuşmadı. Nedenini sorduğumda tehdit edildiğini ve bu yüzden telefonda önce karşı tarafın konuşmasını beklediğini anlattı. Konuşmamızdan kısa bir süre sonra da vuruldu.”

‘Yapmayın’ dedi, ‘Hak ettin bunu’ dediler

Eşinin Çatlı tarafından vurulduğu iddiasını da dile getiren İlkay Adalı, bir taksi firmasının da Çatlı’nın havaalanına gittiğini doğruladığını, yani Çatlı’nın cinayet günü Kıbrıs’ta olduğunun net olduğunu belirtti. Eşinin 23 Mart tarihli yazısında değindiklerine de dikkat çeken İlkay Adalı, şöyle devam etti: “Kutlu’nun öldürüldüğü gece, emekli polis Altay Sayıl onu ziyarete gelmiş. Sürekli Kutlu’ya belge getirirdi, polisle ilgili. Kutlu da bunları yazardı. Çok samimiydiler. Arabasını da her zaman Kutlu’nun vurulduğu yere koyardı, bize geldiği belli olmasın diye. Kutlu oraya kadar yürüdü, pusu kurdular. Boğuşma olduğunu şahitler söyledi. Kutlu, ‘Yapmayın’ demiş, onlar ‘Hak ettin bunu!’ demiş.”

 

CATEGORIES
TAGS
Share This